Nasihatle değişmeyen musibetle değişir

A -
A +

İki söz var sizin de iyi bildiğiniz;
İlki "can havliyle" diğeri ise "Babam sağ olsun."
Birine bayılıyorum, diğerinden ise nefret ediyorum.
Bu, "Babam sağ" olsun sözü tembelliği, bedavacılığı, havaleciliği, başkalarının sırtından geçinmeyi meşrulaştıran bir hayat tarzı, hayatımıza nerden girdiği belli olmayan bir zehirdir. Otoların arka camlarına yazılan "Ben doğarken ölmüşüm!" cinsinden bir anlayış.
Bu söz, babalarının kendilerinden daha uzun yaşayacağını zanneden; çalışmayı, üretmeyi onlara havale etmiş ve hayatının sonlarını pişmanlık ile geçiren genç insanların yetenek ve reflekslerinin katilidir. Maalesef etrafımız sadece bu zayıflığı kullanan babalardan ibaret değil iş ve siyaset dünyası da vesayetçi babalar ve onlardan beslenenlerle doludur.  
"Can havli"ne gelince, sizin o güne kadar hiç kullanmadığınız bütün kabiliyetleriniz ile harekete geçmenizi sağlar. Çünkü "can havli" ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle hareket etmek, harekete geçmektir.
Stawomir Rawicz'in "The Long Walk" isimli kitabından uyarlanan Özgürlük Yolu filmi 1940 yılında Sovyet Rusya'ya bağlı Sibirya esir kampından kaçarak kışın ortasında Sibirya'dan Hindistan'a 6.000 kilometrelik yolu yürüyen bir grup esirin gerçek kaçış hikâyesini anlatmaktadır.
Bu grup; can havliyle önce ıssız Sibirya'yı, ardından Gobi Çölü'nün uçsuz bucaksız düzlüklerini ve son olarak Himalayalar'ı aşar.
Bu kaçış hikâyesinin en zor kısmı, kamptan kaçmayı hayal eden bütün zavallıların, içinden, canının derdine düşmüş, gerçekten kaçmayı isteyenleri bulmak ve harekete geçmektir. Herkes kaçmak istemekte ama kimse bunu göze alamamakta, bazıları ise sadece hayal etmektedir.
Günümüzde "konforizm" ve "beleşizm" hastalığına yakalanmış bir toplumda, bunun gündelik hayattaki karşılığını bulmak zor. "Can havli" dediğimiz korku, yürümekte zorlanan adamı uzun atlama şampiyonu yapar.
Gece vardiyasında çalışan bir işçi, gece yarısı evine dönerken kullandığı uzun yolu kısaltıp tasarruf yapmak istemiş. Fakat kestirme yol, kasabanın mezarlığı içinden geçmektedir ve bu da biraz ürkütücü bir durumdur. İşçi, "Gündüz korkmadığım yerden gece neden korkayım?" der ve gece yarısı evine mezarlık içinden geçerek dönmeye başlar. Bir süre sonra işçinin kullandığı yol üzerine, ertesi gün defin yapmak üzere koca bir mezar kazılır. Gündüz kazılan çukurdan haberi olmayan işçi aynı gece dönüş yolunda ne olduğunu bile anlamadan kendini çukurun içinde bulur. İlk sarsıntıyı atlattıktan sonra çukurdan çıkmak için hoplayıp zıplamaya başlar ama nafile; çukur derin, çukurun duvarları düzdür. Her ne kadar bağırsa da gece yarısı etrafta kimse olmadığı için feryadını duyan olmaz. İşçi çaresiz, sabahı beklemeye karar verir ve sırtını çukurun duvarına verip beklemeye başlar.
Bir süre sonra aynı yolu bir istisna olarak kullanmaya kalkan bir sarhoş da ne olduğunu anlamadan pat diye çukura düşer. Ne olduğunu anlamayan ve köşeye korku ile büzülen işçiyi fark etmeyen sarhoş da çukurdan çıkmak için bir süre hoplayıp zıplar ama o da başarılı olamaz.
Sarhoşun hoplayıp, zıplayıp çırpınmasını bir süre seyreden işçi sonunda dayanamayıp sarhoşun arkadan bacağına yapışır ve;
-Boş yere çırpınma arkadaş, buradan çıkış yok, der.
Sonucu tahmin ettiniz:
Sarhoş öyle bir sıçrayıp çukurdan kaçar ki yüksek atlama rekorlarını kırdığı tartışılabilir.
Can havli ile iş ve siyaset dünyasına girmiş birini alt etmek kolay değildir.
Ünlü bir şampiyon boksörün dediği gibi; "Ölümü göze almış birini ancak bir başka ölümü göze alan ringde indirebilir..."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.