Bir trafik kazasında eşini kaybeden adam, gözünü bir hastanede açar; ancak hayatı yıkımın eşiğindedir. Beynine monte edilen Ölümcül bir mikroçip aracılığıyla yakından izlenen, hiç hatırlamadığı bir geçmişten çeşitli hatıralar taşıyan farklı bir insandır. Hafızası silinmiş, farklı bir geçmiş hafızasına yüklenmiştir.
Kendisine yapılanları fark ettiğinde hayatı, kendisine zorla kabul ettirileni silmek, unutturulan geçmişini, hatıralarını aramakla, bu "lanet"i kendisine yükleyenleri aramakla geçecektir.
“Yüksek gerilim” filminde (hardwired) Osmanlı’dan Cumhuriyet’e küçük bir mutlu azınlık değer yargılarımızı tahrip ederek Türk milletinin geleceği ile böyle oynamaktadır.
İnsanları yönetmek, İmparatorluk kurmak isteyenler için toplumun her ferdinin kafasına mikroçip monte etmek gerekmiyor bu pahalı bir yol üstelik çabuk fark edilir. Gerçeği topluma söylemeden, istedikleri şeyleri kurnazca ve mağdurun rızasıyla dayatmanın daha kolay bilindik bir yolu var, propaganda merkezlerine birer “kaplumbağa terbiyecisi” yerleştirmek.
Osmanlı Türkiyesi'nin yetiştirdiği “doğulu oryantalist” olarak tanımlanan Osman Hamdi Bey’in açık artırma ile Pera Müzesi için beş trilyon liraya satın alınan başımıza gelenleri anlatan meşhur, “kaplumbağa terbiyecisi” tablosu meselenin özetidir.
Osman Hamdi, bir zamanlar Devlet Güzel Sanatlar Akademisi olan “Sanayii Nefise Mektebi”nin kurucusu ve 25 yıl müdürlüğünü yapan kişidir. Osman Hamdi’nin babası, aslen Sakız Adalı Rum bir ailenin çocuğu olan, “Deli Corci” lakaplı devşirme İbrahim Ethem Paşadır. Avrupa'ya ilk tahsile gönderilenlerden, ilk maden mühendisi hariciye, ticaret bakanlığı, valilik, Berlin ve Viyana elçiliği, Encümeni Daniş üyeliği yapmış, Sultan Abdülmecit’in Fransızca öğretmenidir.
Osman Hamdi Bey tablosunda öğrencilerini (milleti) hızları ve bir şeyi geç öğrenmeleri açısından küçümsediği kaplumbağalar olarak görüyor. Kendisi de elinde ney, sırtında dilenci çanağı keşkül boynunda altılı topuz olan şeşper olan terbiyeci.
Şimdi siyasette, ekonomide günlük hayatımıza bakın. Aklımıza gelmeyenler başımıza geliyor.
Evleri, yolları, hastaneleri, okullarını ihtiyaç duyduğumuz her şeyi yenilerken her gün aile içi şiddet, gasp, cinayet ve terör cinsi akıl oynatan olaylarla yıkılıyoruz.
Aynı hayatı paylaştığımız bu insanlar nasıl olup da bir canavar hâline dönüşmektedir.
Yatağa mahkûm yaşayan bedensel engelli iki kardeşin akülü arabalarını çalıp pazarda satmışlar. Cinnet geçiren inşaat işçisi, eşi ve 3 çocuğunu bıçak ve keserle öldürdükten sonra, 7 yaşındaki oğlunu kucağına alıp 11’inci kattan atlamış, yüzleri maskeli eşkıya, tarihî camiyi kundaklamış…
Bu insanlar analarından canavar olarak mı doğuyor?
Hemen her gün şahit olduğumuz bu ve benzeri cinayetler, adi suçtan çeteleşmeye uzanan eşkıyalıklar meclis çatısı altında ayrı devlet kurma taleplerinin dillendirilmesi, ruhi ve bedeni sağlığımız hakkında endişeye sebep oluyor.
Terbiyeciler geleceğimizle, geçmişimizle ilgili çok fazla düşünmemizi istemiyorlar. İnsanların zihnini ve tüm dünyası, eğlenceyle, medyayla televizyon programlarıyla, lunaparklarla, uyuşturucuyla, alkolle dolu hâle geliyor. Terbiyeciden gördükleri haricinde bir şey bilmeyen yavaş yürüyen geç öğrenen bir toplum kurgulanıyor.
Terbiyeciler ne derse onu yapıyor, onun gösterdiği gibi giyiniyor, onun gösterdiklerini yiyor, onun istediği gibi düşünüyor.
Bütün bu şerefsiz ve haysiyetsiz yıkıma karşı durabilmek için kaplumbağa terbiyecisine değil şerefli bir aydın tavrına ihtiyacımız var.