PKK’nın “devrimci halk savaşı stratejisi” yaptığı katliam ve tahribatların sonucu kendisi ile beraber kazdığı çukura düştü. Çukura düşenler sadece silahlı örgüt mensupları ile sınırlı değil. Buz dağının görünmeyen derinliklerdeki ana kütlesi de birlikte aynı sonu paylaşıyor. Hayatımızdan çıkıp gittikleri gün arkalarından melanet bir kütleyi de birlikte sürükleyecekler. Gizli, açık, mecliste, medyada, sahnede, iş dünyasında, üniversite kapılarında ve otel lobilerinde örgüt üzerinden menfaat devşirenlerinde hesap kapatmaları yakındır.
Ortaya çıktığı günden itibaren baskı, terör ve yıldırma ile inşa etmeye çalıştıkları meşrulaştırma ve hayata girme provası yirmilik çivi ile duvara resim asma provasıydı, resmi asamadılar ama duvarları deldiler.
PKK’yı kuranlar, yön verenlerin baştan beri kurguladıkları göle maya çalmaktan ibaretti. “Türkiyelileşme" adına verdikleri mücadele aslında Kürt halkında taban bularak örgütü “Kürtleştirme” hareketinden ibaretti.
Kürt halkı sanatta, siyasette, iş dünyasında yaşadığı hayat, devletin refahını yüceltmek için verdiği ekonomik ve kültürel mücadele ile örgütün kendisine biçtiği hayatı örtüştüremedi. Güya hayatını iyileştirmek adına örgütün kendisine bütün zulüm ve baskılarla zorla giydirmek istediği deli gömleğini giymedi. Onun için örgüt halk desteğini alamadı ve yalnızlaştı.
Kürtlerin bir hayal kırıklığına uğradığı doğrudur. Ama bunun sebebi bir beklentinin boşa çıkmasından değil, güya haklarını savunmak adına ortaya çıkmış bir örgütün kendisine reva gördüğü zulüm yüzündendir.
Tarih acaba, evini yıkıp, çocuğunu dağa kaldırıp, okulunu yakarak mağduruna hizmet ettiğini savunan kaç cellâda şahit olmuştur?
Bölgeden uzakta yaşayanların bile sadece ekran ve gazete sayfalarından gördüğü yanmış yıkılmış evler, okullar, camiler, sağlık ocakları, köstebek yuvasına dönmüş sokaklar, katledilmiş masum insanların dengesini bozarken bizzat bu olaylara muhatap olan ve can havliyle mekânlarını terk eden insanların hangi psikoloji içinde olduklarını tahmin etmek zor değildir.
Bu insanların duygularını tahmin etmek için sosyolog olmak gerekmez, herkes insan olarak kendini bu şartlarda 24 saat yaşadığını hayal etsin kâfi.
Hiç kimse kendisine yol gösterenlerin işaret parmağına bakmaz, ayak izlerine bakar, hayat görseldir. Kanaatlerimizin hemen tamamı gördüklerimizin üzerine oturur. İnsanlarda kanaat gördükleri üzerinden inşa edilir. PKK’nın gösterdiği hayat şiddet kaçan Kürtleri Kobani veya Rojova’ya sürüklemedi, büyük kentlere savurdu.
Doğal olarak da bunların müsebbiplerine, hendek kazanlara kepçe gönderenlere, üniversite kampüslerinden esip savuranlara rahmet okumuyor.
Orhan Miroğlu önceki gün “Bir hareket kendisini siyasi olarak olumlayan toplumsal kesimleri büyük bir hayal kırıklığına uğratmışsa, uğratmakla kalmayıp geceleri tonlarca bombalarla saldırıp evlerini başlarına yıkmışsa, o hareket insanları ne yaparsa yapsın kendine bir daha inandırmayı başaramaz” diye yazmıştı. Zaten böyle bir dertleri yok ve hiçbir zaman olmadı.
PKK’yı Türklere de Kürtlere de anlatmaya lüzum yoktur, kendileri dâhil dünya âlem nerede durduğunu biliyor, bilmeyenler de öğrendi. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Baştan beri sadece Türk halkı değil Kürtler de devletin verdiği mücadelenin Kürt halkına karşı değil PKK’ya karşı verildiğine inanıyor. Bu inanç sayesinde bu uzun hikâyenin hiçbir yerinde Kürtler devlete karşı örgütün yanında yer almadı. Kürtler çözümün, bir ton bombayla uykudaki anneleri, babaları ve bebekleri katletmek olmadığını biliyorlar.
PKK‘nın durduğu yer hiçliğin ortasıdır…