Rastgele yaşamak

A -
A +
Ekrana çıkanlar hep yerin altındaki kırıklardan bahsediyor, yerin üstünden pek bahseden yok.
Her felaket kendi içinden trajedisini ve kahramanını üretiyor kolumuz kanadımız kırılınca. Bir kahraman üretmeyi bir de bir araya gelmeyi iyi beceriyoruz; tabii damdan düşünce.
Depremin ilk gününden bugüne çıkan yazılara bakın çoğu ne kadar iyiliksever olduğumuzdan bahsediyor. Tabii yerdeki enkaza bakınca da ne kadar vurdumduymaz ve adam sendeci olduğumuz.
Açın Marmara depreminden sonra söylenenlere bir bakın.
Hani her yapının kafa kâğıdı çıkacak, deprem mukavemetini kaybedenleri yıkıp yenisini yapacaktık. Bir yetkili “bunu yapacak teknik donanımımız var ama vatandaş gelmiyor…” diye sızlanıyor. İyi de araç muayenesinden geçmeyen iki yaşındaki otoyu bağlıyoruz da otuz yaşındaki hasarlı, leylek bacaklı “lığlı” binaya niye bakmayıp insanları aile boyu tehlikeye atıyoruz?..
Binaları mı yürüteceğiz diyenler, mobilini kurar bina kontrol istasyonunu yürütür.
Hani binalar leylek bacaklı kolonların üzerinde olmayacak, kum yerine “lığ” kullanmayacaktık. Elâzığ'da yıkılan binaların enkazlarında yapılan incelemede inşaatlarda kullanımı yasak olan dere kumuna rastlandı. Eski olduğu için pek çoğu projesiz olan binalarda dere kumunun yanı sıra ince demir kullanıldığı, ince kolonlar bulunduğu tespit edildi.
Bunun ötesinde yıkılan ve ağır hasar alan yapılara bakın, hemen hepsinin sicilinde hasar çıkar.
Uzmanlar yıkılan binaların 2007’den itibaren hasarlı olduğunu ve bu binaların çökmesinin sürpriz olmadığını, 2007 yılında da orta hasarlı olduklarının tespit edildiğini söylüyor. Hatta “Çöken bina sayısı bizim öngörülerimizin çok altında, ama muhtemel bir sallantıda birçok bina çökme riski ile karşı karşıya” diyorlar.
Uzun lafa gerek yok. Rüzgârın esmediği, selin gelmediği, toprağın sallanmadığı bir ülke yoktur, her birinin imtihanı farklıdır ve hiçbirine dur diyemeyiz. Hazırlık yoksa hepsi hayatı tehdit eder. Hazırlık varsa tedbir varsa çoğu olay meteorolojik rapor seviyesinde kalır.
Yıllar önce bir çiftçi, fırtınası bol olan bir tepede bir çiftlik satın almış. Buraya yerleştikten sonra ilk işi bir yardımcı aramak oldu. Gelgelelim ne yakındaki köylerden ne uzaktakilerden kimse onun çitliğinde çalışmak istemiyordu. Hepsi, çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vazgeçiyor, “Burası fırtınalıdır. Siz de vazgeçin!” diyorlardı. Nihayet orta yaşlı, çelimsiz bir adam işi kabul etti. Çiftlik sahibi adamın hâline bakıp ona, “Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sormadan edemedi.
“Sayılır” dedi adam: ”Fırtına çıktığında uyuyabilirim...” Çiftliğin sahibi bu sözü düşündü ama çaresiz bir şekilde, adamı işe aldı.
Haftalar geçtikçe adamın çiftlik işlerini düzenli olarak yürüttüğünü de görünce içi rahatladı, ta ki o fırtınaya kadar.
Bir gece yarısı fırtınanın o müthiş uğultusuyla uyandı. Öyle ki bina çatırdıyordu. Yatağından fırladı, adamın odasına koştu: “Kalk, kalk, fırtına çıktı, her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.”
Adam yatağından bile doğrulmadı, “Boş verin efendim, gidin yatın! Ben size fırtına çıktığında uyuyabilirim" demiştim.
Adamın rahatlığı çiftçiyi çıldırtmıştı. Ertesi sabah ilk iş olarak adamı kovmaya karar verirken dışarıya, saman balyalarına koştu. Saman balyaları birleştirilmiş, üzeri muşamba ile örtülmüş, sıkıca bağlanmıştı. Ahıra koştu, ineklerin tamamı ahıra alınmış, ahırın kapısı desteklenmişti. Çiftçi rahatlamış olarak odasına döndü, yatağına yattı. Dışarıda fırtına uğuldarken gülümseyerek mırıldandı:
“Fırtına çıktığında uyuyabilirim...”
Hemen aklımıza geleni söyleyeyim; "Peki ya depreme dışarıda çürük bir mekânda yakalanırsam?..”
Dünyayı düzeltemeyiz ama kendi dünyamızı düzeltebiliriz ki tehlike içeriden gelmesin, evim mezarım olmasın...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.