Türk-Yunan ilişkilerinin gideceği yönünün 24-25 Eylül'de yapılacak Avrupa Birliği (AB) Zirvesi sonrasında açıklığa kavuşması bekleniyor. Yakın geçmişte Türkiye'den ülkeye girmek isteyen göçmenleri engelleyen Yunanistan’a "Avrupa'nın kalkanı" diyerek teşekkür eden AB’nin Yunanistan’ı azarlaması beklenmiyor. Ancak Türkiye'ye karşı uygulanması konuşulan kademeli bir yaptırım planı üzerinde aralarında ittifak sağlanması da mümkün görünmüyor.
Bu gelişmeler, 1897 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Yunanistan Krallığı arasında meydana gelen ve Osmanlı Ordusu'nun kesin zaferiyle sonuçlanan Osmanlı-Yunan Savaşı, (DÖMEKE Savaşı) öncesi yaşananlara benziyor.
Osmanlı İmparatorluğu'na ait olan Teselya ve İyon Denizi kıyısındaki Arta limanı 1878 Berlin Antlaşması uyarınca 1881 yılında Yunanistan'a verilmişti. Bu genişlemeden sonra iyice semiren Yunanistan hedefine Yanya vilayeti ve Girit adasını da aldı. Bu bölgelerdeki Osmanlı Rumları Yunanistan tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na karşı devamlı kışkırtılıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu o zamanda 'Büyük Devletler’den Yunanistan’ın bu yayılmacı politikalarını engellemelerini beklemiş; fakat bu devletler Yunanistan’a uygulanacak zorlayıcı tedbirler üzerinde uzlaşamadıklarından iki devleti yalnız başlarına bırakmışlardır. Bu politika iki ülkeyi karşı karşıya getirmiş ve "Osmanlı-Yunan Savaşı" başlamıştı.
Bu savaşın en son ve en kanlı perdesini "Dömeke Meydan Muharebesi" teşkil etmektedir. Dömeke, Orta Yunanistan’da yüksek kayalık alanda kurulu bir şehirdir.
17-20 Mayıs 1897 tarihleri arasında gerçekleşen bu muharebede Müşir Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri karşısında Yunanistan Kralı I. Yorgi'nin veliahdı Konstantin’in kumanda ettiği Yunan ordusu ağır bir yenilgiye uğratılmış ve Atina yolu Osmanlıya açılmıştır.
Türk ordusuna Atina yolunun açılması Rusya ve Avrupa devletlerini telaşlandırdı. Yunan mağlubiyeti üzerine Avrupa devletleri aralarında anlaşarak Rus Çarı II. Nikolay II. Abdülhamid'e bizzat telgraf çekerek savaşın durdurulmasını talep etti. Bu devletlerin girişimiyle İstanbul’da bir konferans toplandı. Bu konferans sonucunda taraflar savaştan önceki sınırlarına çekildi ve Girit’e özerklik tanındı...
Bugüne baktığımızda da Batı, Türkiye’ye karşı hukuk dışı ve saldırgan bir ittifak içindedir?
Bu sorunun cevabı Türkiye-Batı ilişkilerinin yüz yıllık sınırlarını belirliyor. Ardan Zentürk diyor ki:
Yıllar önce Çağlayangil’e “Batı, Türkiye’nin nereye kadar güçlenmesine izin verir?” diye sormuştum. Aldığım cevap beklediğimden kısa oldu: “Yunanistan’ı ezmeyecek, İsrail’i tehdit etmeyecek kadar...”
Bunun için “Türkiye’yi kendi limanlarına sıkıştıran bir anlaşma” dışında hiçbir söylem AB’yi mutlu etmeyecektir. Bunun için her yola başvuruyor, geçmişte yaptıkları vekâlet savaşını yine emir almaktan başka şansı bulunmayan Yunanistan üzerinden tekrarlıyor.
Sömürgeci kafalar Türkiye’nin yeniden boyun eğmesini isteyebilirler. Fakat futbol sahası büyüklüğünde bir ada üzerinden Türkiye’ye sınır çizmesi bugünkü Türkiye’nin kabul edeceği bir durum değildir.
Anadolu’da istenilen bir şeyin gerçekleşebilmesi için, bunu yapacak güce sahip olmak gerektiğini anlatan “salavat kuvvete bağlıdır” diye bir söz var. AB’nin toplantıdan yaşamakta olduğu sorunlar nedeniyle 24 Eylül zirvesinden Türkiye’ye karşı ittifak hâlinde bir kararla çıkması mümkün görünmüyor.
Buna mukabil son yirmi yıllık dönemde her hamlenin önüne takoz koyan içindeki bürokratik otoriteyi tasfiye eden Türkiye artık toplantı kararlarıyla frenlenecek bir ülke değildir.
Bir ihtimal; velev ki yeni bir “Dömeke” tecrübesi yaşanacak olsa da...