Önceki gün Cem Küçük “Üniversite sınav sonuçları alarm veriyor” başlıklı yazısında “eğitim yaygınlaştı ama saygınlaşmadı” diyor. Doğru, fiziki olarak eğitim şartları daha iyi ama kalite olarak mesafe alamadık.
Peki, “Kaliteli eğitim ve mesafe almak” nedir, ne anlama geliyor?
Bizi kaliteye taşıyacak hamleler nedir?.. Üniversite adaylarının yüzde sekseni değil de yüzde doksan sekizi yerleşmiş olsaydı sıkıntı kalkacak mıydı? Üniversitelerin derdi her lise ve dengi mezununu illaki bir fakülteye yamamak mı?
Bazı Üniversiteler, kontenjan boşluklarını dolduramayıp öğrenci gelmediği için kapanma eşiğine gelen bölümleri dert ediyorlar, âmâ hâlihazır mezunlarının ne yaptıkları ile ilgili bir dertleri yok!
Üniversitelerin sorunu sadece yerleştirme ile sınırlı değil asıl mesele nitelik ve mezunlarının istihdam sorunlarıdır. İstanbul Medeniyet Üniversitesinin yaptığı araştırmada insanların beklentileri ve İş Dünyasındaki değişimi araştırmış. Meslek seçenler “İtibar ve otorite” peşindeymiş ama sahadan gelen sesler hiç de öyle değil!
Öğrenci soruyor: “Mezun olduğumda bir işe sahip olabilecek miyim? Bitirince bir şey olunmuyorsa neden gideyim oraya!"
Önceki gün ofisini kapatıp köyde hayvancılığa başlayan bir mimar arkadaş “Nereden mezun olduğun değil mezuniyet sonrası ne yaptığın önemli, nerede iş bulabiliyorsan oraya… Artık genç mezunların aldıkları eğitimden farklı alanlarda çalışmayı göze almaları gerekir…” dedi.
Dağda arıcılık yapan Dil Tarih mezunu ve yüksek lisans yapmış bir arkadaşa “Bu -Meslekte Takas- yolu bana sevimli gelmiyor” dedim o da bana “zor oyunu bozar…” dedi.
Yarım asır öncesinde düğünlerde hediye diye döviz veya çeyrek altın takma âdeti yoktu. En gözde ve favori hediye sobanın üzerinde sürekli sıcak su ihtiyacınızı karşılayacak “Bakır soba kazanı” idi. Birbirinden habersiz eşin dostun getirdiği soba kazanlarından biri alıkonulup ihtiyaç fazlası olanlar tekrar bakırcı esnafına götürülüp ya bir başka ihtiyaç malzemesi ile takas edilir veya uygun bedelle satılırdı.
Şimdi bizim üniversitelerin mezunları kamu ve özel sektörün ihtiyaç fazlası gibi ama takas imkânı zor. Üniversiteler, hâlihazır çalışanların ne kadarının aldığı eğitimle yaptığı işin örtüştüğüne baksa kontenjanları boş kalmaz!..
TÜİK’bu durumda olanlar çalışmak istemeyenler olarak sınıflandırılan (iş gücü dışı) üniversite mezunları olarak tanımlanıyor. Ve sayısı, önceki yıla göre 200 bin artarak, 1 milyon 39 bin. Ayrıca, mezunlarının iş arama süreleri de gittikçe uzamakta.
En görünür çözüm yolu Üniversitelerin kontenjanlarını piyasanın ve kamu idaresinin hatta yurt dışı taleplerinin ihtiyaç duyduğu alanlara göre doldurmasıdır. Ama boşlukları görmek için piyasanın içinde olmak lazım. Akademik dünyanın kendi dünyasından dışarı çıkması gerek. Üniversitelere baktığımızda bunu tartışan ve çözüm üreten yeterli bir arayış hamlesi de görünmüyor.
Diğer işlerimiz gibi en garantili çözüm yolumuz karanlıkta el yordamı ile aramak…
Yine tekrarlayayım: “Üniversitelerin stratejik planlamaları önemli. Bu kendi hikâyesini yazması demektir. Eğer yol haritanız yoksa yürüyemezsiniz, mesafe alamaz farklı adreslere gidersiniz.
Bunu yapan üniversite kendi içinde markalaşır. Öğrenci sayısı parametre değil, eğer kalite değerlendiriliyorsa bu iyi. Mezunlar piyasanın ihtiyaç duyduğu alanları doldurmalı. Eğer piyasaya girersen bu ihtiyacı görürsün. 'Bunu nasıl yapalım?' diyorsanız bunun temelini 'Üniversite-şehir iş birliği' oluşturur. 'Yenilik getir, halka indir'...”
İş dönüp dolaşıp üniversitelerin “stratejik planlama” yapmasına dayanıyor.
Stratejik planlama “Yol haritasıdır”. Yol haritanız yoksa yürüyemezsiniz, mesafe alamaz farklı adreslere gidersiniz.
Üniversiteyi bitirdikten sonra işe girmek için “Dayı aramak” en ilkel ama en çok başvurulan yoldur. Anketlerde, "İşe girmek için ne gerekli?" sorusuna verilen cevaplarda “Torpil %78” çıkmış. Kalkınmanın ve medenileşmenin ölçütü olarak kaldırımların yoldan yüksekliğine bakanlar bir kere de bir üniversite mezununun iş bulmak için kaç kapı tıklattığına bakmalıdır...