Salgının üçüncü dalgası kişiler ve kurumların gelecek hesaplarını altüst ediyor. Vaka sayılarına bağlı olarak can kayıplarındaki artış tedbirlerinde giderek ağırlaştırılmasını zorunlu kılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kabine Toplantısı sonrası yeni koronavirüs tedbirlerini açıkladığı konuşmasında, "Ramazan ayının ilk 2 haftasında tedbirleri biraz daha sıkılaştırarak kısmi kapanma uygulamasına geçiyoruz. 2 haftalık dönemde beklediğimiz durumda iyileşme olmazsa çok daha kalıcı kararlar alabiliriz" ifadelerini kullandı.
Bu “aç-kapat” kısıtlamaların ne kadar süreceğini ise "aşı tedariki" belirleyecek... Sağlık Bakanı Fahrettin Koca aşılamada dünyada ilk 6 ile 10 arasında yer aldığımızı söylese de bu durum normal hayata geçmeyi garanti etmiyor. Çözüm yeterli aşıyı temin ve uygulamada. Aşı tedariki ise birbirlerinden maske çalan üretici ülkelerin “önce can” politikaları ile zorda.
Covid-19’a karşı aşı yoluyla veya önceki enfeksiyonla korunan kişi sayısı yüzde 73,4'e çıkacağı belirtilen İngiltere pazartesi günü itibarıyla “sürü bağışıklığı” uygulamasına geçti. Sürü bağışıklığı, bir toplumda nüfusun yeterli bir sayıda yüzdesinin aşılama veya önceki enfeksiyonlar yoluyla enfeksiyona karşı bağışık hâle gelip, virüse karşı dirençli olması.
Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, bir toplumda salgının sona ermesi için “Toplumda yüzde 60 bağışıklık kazanmış insan olmalı ve bunu sağlamamız için de aşağı yukarı Türkiye nüfusunun yüzde 75-80’inin aşılanması gerektiğini..." ifade etmişti. Böylece geri kalanlar için virüsün zararlı ve ölümcül olma gücünü kaybetmesi beklenir...
Sağlık Bakanlığı verilerine göre, Türkiye’de geçtiğimiz hafta sonu itibarıyla 18 milyon 219 bin doz Covid-19 aşısı yapıldı ve her 100 kişiye düşen aşı sayısı 20,99 oldu. Bu sayının 75 ve daha yukarı bir seviyeye çıkarılması gerek. Ondan sonra sürü bağışıklığını konuşabiliriz. İthal edilen miktar ile kısa sürede yeterli aşı sayısına ulaşmak üretici ülkelerin derin hesapları yüzünden zor. Ayrıca virüsün mutasyona uğramış farklı türlerinin ortaya çıkması da her ülkenin virüsün türüne göre kendi aşısını üretecek kendi aşı üretim merkezlerine sahip olmasını gerekli kılıyor.
Bu bizim için de geçerli. Çinli Sinovac firmasının geliştirdiği aşıdan satın alarak başlattığımız aşılama çalışmaları devam ediyor ama asıl bizi rahatlatacak olan yerli aşının bir an önce devreye sokulmasıdır.
Bizdeki yerli aşı üretimi için yapılan çalışmalar hakkında kamuoyunu bilgilendirme oldukça zayıf. Bir yıldır “maske-mesafe-temizlik” konusunda konuşan uzmanlar yerli aşı geliştirme üzerinde çok da fazla konuşmuş değil. Belki de bu üçüncü dalga hasarı sağlık sektöründe neyin daha önemli olduğu hakkında bize dikkate almamız gereken önemli uyarılarda bulunuyor.
Nihayetinde önceki gün Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank yerli aşı geliştirme üzerine bir açıklamada bulundu. Türkiye’nin ilk yerli intranazal “Burundan uygulanan” aşının nisan ayında insanlı denemelere başlamış olacağını belirterek "Burundan uygulanan aşının, virüsün insanları enfekte ettiği yolu takip ettiği için virüs ile daha etkin mücadele edeceği öngörülüyor. Bu aşı türü, mutasyon durumunda çok hızlı bir şekilde yeniden modelleme ve salgının olası ilerleyen seyirlerinde elimizi güçlendirme potansiyeline sahip" diye konuşmuştu.
Komplo teorisi olmanın ötesine geçmese de, çoğu ülkede hâlen aşı geliştirmenin gecikmesinin yol açtığı acziyetin “İnsanlığı Dijital ve Teknolojik dönüşüme hazırlamak” için kullanıldığına dair şüpheleri güçlendirmektedir.
Yerli aşının bulunması geleceğimiz için bir zarurettir/mecburiyettir. Kısıtlama ile güçlendirilmiş, maske, mesafe ve temizlik üzerine kurulu savunma daha ne kadar sürebilir?..