AB neden Türkiye’den korkuyor?
Güçlü Türkiye onların sömürgeci politikaları önünde en büyük engeldir, onun için Türkiye, zayıf, sünepe ve himayeye muhtaç çapta bir üçüncü sınıf ülke olarak kalmalıdır.
Genç nüfus tabanı daraldıkça, içine düştükleri ekonomik darboğaz ve göçmen krizinden çıkışı kendilerine “ortak” değil “köle” bulmakta arıyorlar. Geleceklerini Türkiye ile iş birliği yaparak doğru biçimlendirmekte değil, Türkiye’yi frenleyerek küçültme yolundan seçiyorlar.
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’ın Lice ilçesinde yapılan operasyonlarda Türkiye’deki tüm zamanların en büyük miktarda, 11 milyar lira değerinde uyuşturucu ele geçirilmiş ve üretim alanları tahrip edilmişti.
EUROPOL’ün raporlarında PKK’nın bir yıl içinde sadece uyuşturucudan elde ettiği paranın 300-500 milyon avro arasında olduğu belirtilmişti. Bu para Avrupa bankalarında aklanıp PKK’nın kasasına giriyor, PKK da bu parayı silah alımında kullanıyordu.
Kimden alıyordu silahları? Almanya’dan, Fransa’dan, Avusturya’dan…
Tam bir kan emicilik ve sömürü düzeni.
AB’nin terör örgütleri üzerinden ülkeleri hırpalarken kasasını doldurdukları bu düzen emin olun onları eninde sonunda Karen T.Walker’ın anlattığı Pasifik Okyanusunda batınca hayatta kalmak için yol arkadaşlarını yemeyi kendine yol yapan Essex isimli gemi mürettebatının yamyamlığına götürecek.
1819 yılında Pasifik Okyanusunun karadan en uzak bir köşesinde 20 Amerikan denizcisi gemilerinin batışını çaresizce seyretti. Bir ispermeç balinası tarafından aldığı darbe yüzünden gövdesinde onarılmaz bir delik açılan gemileri batarken gemiciler üç kurtarma sandalına tıkıştılar. Bu adamlar en yakın kara parçasından bin mil uzaktaydılar ve sandallarında sadece sınırlı miktarda su ve yiyecekleri vardı.
Düştükleri bela hakkında karada kimsenin haberi yoktu ve kimse onları aramaya çıkmadı. Gemileri batınca gemiciler bir plan yapalım dediler ama önlerindeki seçenek çok azdı. Ulaşabilecekleri en yakın ada 1200 mil uzaktaydı ama bu adalar hakkında korkunç söylentiler vardı. Dediklerine göre bu adalarda ve yakın adalarda yamyamlar yaşıyordu. Gitmeleri durumunda öldürülmek ve akşam yemeği olmak ihtimali vardı. Diğer seçenek Havai idi, fakat mevsim kıştı ve kaptan şiddetli fırtınalara yakalanmaktan korkuyordu. Son tercih en zoru fakat garantilisiydi. Kendilerini Güney Afrika sahillerine itecek 1500 millik bir yolculuk yapmaktı. Fakat bu uzun yolculuk kendilerini yiyecek ve su kaynaklarının yetersizliği nedeniyle zorlayacaktı. Yamyamlar tarafından yenmek ya da karaya ulaşmadan açlıktan susuzluktan ölmek!..
Bu zavallı adamların geleceğini kendilerini yöneten korkuları belirledi ve tartışmalardan sonra yamyam korkusu yüzünden en yakın adalara gitmekten vazgeçip rotayı daha uzaktaki Güney Amerika’ya çevirdiler. Yolculukları iki aydan daha uzun sürdü, sonunda su ve yiyecekleri tükendi, kendilerini tesadüfen fark eden iki gemi tarafından kurtarıldıklarında yarısından fazlası ölmüştü. Sağ kalanlar ise kendi yamyamlıklarına başvurmuş ve ölen arkadaşlarını yiyerek hayatta kalmışlardı...
Sömürgeci Avrupa’nın hayatta kalma yolu Essex mürettebatı ile aynıdır.
Sonları da birbirlerini yemek olacak!..