Samuel Huntington'un 1990'lı yıllardan sonra, uluslararası ittifakların politik ya da ekonomik ideolojiler arasında değil, medeniyetler arasında olacağını savunduğu "medeniyetler çatışması" tezi Fransa'daki "Charlie Hebdo" saldırısından sonra güçlenerek gündeme oturdu.
Huntington "İslam ülkeleri arasında büyük bir ekonomiye ve güçlü silahlara sahip olan ve dünyadaki Müslümanlara dinî ve politik alanlarda liderlik yapabilecek çapta İslami kültür kaynaklı tek ülke bile yok" diyor. O zaman bırak bir medeniyetin merkezindeki ülke olmasını Türkî Cumhuriyetlere bile ağabeylik yapmayı yakıştıramadıkları Türkiye karşıtı bu rahatsızlık neden?
Demek ki kendi dünyalarında Türkiye bu iddiadan farklı ve güçlü bir yerde duruyor.
Kendi vatandaşları, Koachi kardeşlerin 12 kişiyi katletmesini, Batı medyası ve içerideki çanak tutanlarca "Fransa'nın 11 Eylül'ü" olarak etiketleme gayretlerinin arka planı, ilerideki hamlelerine meşruiyet kazandırmaktan ibarettir.
Demokrasi ve insan haklarını her zaman George Orwell'ın "hayvan çiftliği"ndeki gibi sadece kendi türü için bir imtiyaz olarak gören ve çifte standart uygulayan Batı çatal dillidir. Çok övündükleri kandan ve hırstan ibaret medeniyetlerinin harcı bugün Asya'dan Uzak Doğu'ya kadar her tarafı çölleştirmektedir.
ABD Türkiye'ye henüz bir davetin ulaşmadığı bir terör zirvesi yapacağını açıkladı. Bu zirvede ABD'nin nerede durduğunu hatırlatması bakımından biri 1854 yılındaki Başkan Franklin Pierce'e, topraklarına göz diktiği Duwarmish Kızılderililerinin reisi Seattle'ın yazdığı mektubu okusa. Topraklarının büyük bir bölümü zorla ellerinden alınan Duwarmish Kızılderililerinin reisi Başkan Franklin'e yazdığı mektup dünyanın bugün içinde bulunduğu durumu gerçekçi bir şekilde anlatmaya yetiyor:
"Washington'daki büyük reis bizden toprak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir fedakârlık olur. Çayırların ve ırmakların suyu bizim için yalnızca akıp giden su değildir, aynı zamanda atalarımızın kanıdır. Beyaz adam anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alınıp satılacak şeyler gözüyle bakar. Onun bu ihtirası toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecek."
Zaman kendisini haklı çıkarınca Kızılderili şunu söyler.
"Verdikleri sözün sadece birini tuttu çatal dilli soluk yüzlüler. Topraklarınızı alacağız dediler ve aldılar..."
Beyaz adam yeni dünyada veya yaşlı kıta'da bugün de farklı düşünmüyor. Türkiye'nin tarihi refleksi ile İslam medeniyetinin merkez ülkesi rolüne geçmesi korkusundan, çatal dille konuşma alışkanlıkları nüksediyor. 1918'e kadar İslam dünyasının lideri olduğu halde bölge barışının kurulmasında Türkiye'nin aktif rol almasına müsaade edilmiyor. Şizofren toplumlarındaki çöküntüyü durduramıyorlar ama 21. yüzyılın yükselen gücü Asya ve Uzak Doğu karşısında bir savunma hattı oluşturmaya çalışıyorlar. Bu maksatla, müdahale ettikleri her yerde mantar biter gibi terör örgütleri kurup, palazlandırıp, yeni çatışma alanları üretiyorlar. Mücadele diye sundukları kendilerinin bile inanmadığı küresel yalan sorunun kendisidir. Onların üzerinden işledikleri cinayetlerin faturasını da İslam dünyasına keserek "militan İslam", "radikal Müslüman" gibi soğuk tanımlamalar ile en azından Müslümanları etiketleyip itibarsızlaştırmakta, hayatlarını zorlaştırmakta nihayetinde ise yeni müdahalelerine gerekçeler üretmekteler.
Bu "medeniyetler çatışması" ile kurmayı hayal ettikleri "yeni dünya düzeni" olsa olsa her şeyin yiyip bitirildiği bir çölden ibaret olabilir. Ama öylesine hızla çürüyüp, yaşlanıyorlar ki gaspları bitmeden arkalarındakini kaybedecekler...