Geçtiğimiz haftaya siyanürlü intiharlar damga vurdu.
İlki, İstanbul’un Fatih ilçesinde; Cüneyt (48) Oya (54) Kamuran (60) ve 56 yaşındaki Yaşar Yetişkin kardeşlerin siyanürle ölümleri... Kardeşlerin ölüm sebeplerinin ekonomik olduğu, evin bütün sorumluluğunu alan Oya Yetişkin’in, annesinden kalan borçları ödemek için büyük sıkıntılar yaşadığı söyleniyor...
İkinci siyanür dehşeti ise Antalya’da yaşandı. Dört kişilik Şimşek ailesi evde ölü bulundu. İncelemeyi yapan ekipler siyanür zehirlenmesi tespitinde bulundu. Evde bulunan baba Selim Şimşek’in bıraktığı mektupta “herkesten özür diliyorum, ama artık yapacak bir şeyim yok, hayatımıza son veriyoruz" ifadelerini kullandığı belirtiliyor.
Her iki olayında yaşanan ekonomik sıkıntılar sonrası yaşanan derin depresyon sonucu olduğu vurgulanıyor.
Dünya Sağlık Örgütü depresyon kaynaklı vakalarda ciddi tehlike anlamını taşıyan “Kırmızı hattın” aşıldığını açıklamıştı. Hatta bazı uzmanlar toplumdaki bu asabiyet salgınındaki anormal yayılmanın bir manevi hastalıktan ziyade insandan insana bulaşan bir virüs tarafından yayıldığı görüşünde.
Virüs olup olmadığı bir tarafa ama bu hastalığın doyumsuzluk ve sınır tanımayan iştahımızın sonucu olduğu kesindir. Kazandığı ile yetinmeyen, daima üst gelir gruplarını gözetleyen insanlar hedeflerini geniş tutunca yüksekten düşüyorlar.
Bu intihar vakaları çok önemli bir ihtiyaç kaynağımızın kuruduğunu gösteriyor. O da “dertleşmek”...
İntihar eden zavallılar için “Hiç mi dertleşecek kimseleri yoktu?” diye konuşuluyor. Aynı soruyu kendimize sorsak nasıl olur? Etrafta dertleştiğimiz kaç “hemdert” var? Sosyal medya köleleri haline getirilen bir topluma dönüşüyoruz. Tıpkı konuşma yeteneği ellerinden alınan köleler gibi.
Çare “dertleşmek” ama dertleşmek “dil” ile olur. Ama dili kaybedersek ne ile konuşup dertleşeceğiz? Eski Mısır'da piramitlerin yapıldığı dönemde inşaatta çalışan köleler konuşup vakit harcamasınlar diye dilleri kesilirmiş.
Batı'nın hastalığı “yalnızlıktır”. Bencil, zevk peşinde koşan insanlarda hemdertlik geriler, yardımlaşma zayıflar. Dünyevileşme insanları yalnızlığa itti. Ortak ilgi alanı, ortak dil ve ortak kültür azaldı, sadece eğlence için bir araya gelen toplum hâline dönüşüyoruz. Fedakârlık gerektiğinde kaybolan insanlar topluluğu...
İletişim bulaşıcıdır. İnsanlar, TV ve internetle uğraşmaktan birbirlerini ihmal ediyorlar. Konuşma ortamları her gün biraz daha çöküyor. Eğer uyduruk sanal dünyalara sırt çevirip biraz kendimize ve dostlarımıza zaman ayırsak taşlar yerine oturacak.
Bir şeyin bizim için ne kadar önemli olduğunu anlamak kolaydır. Ona harcadığımız zamana bakın. Neyin sizin için önem taşıdığını anlarsınız. Çünkü harcanan her zaman ve değer sonuçta dönüp bize geri gelir.
İnsanlar mıknatıs gibidir, diğer insanları kendine çeker veya iterek uzaklaştırır. Bu özelliğinden dolayı insanlar, kusur arayıcılardan uzak durup kendisini önemseyen, kendisine değer veren, kusurlarını değil iyi yönlerini ön plana çıkaran kişilere yakın olmak isterler. Kusur arayıcılar insanı zehirler, yeteneklerini köreltir, etrafına duvar örer. İyimser, yardımsever, cömert, kadirşinas, coşkulu olan kimseler ise manyetik bir güçle çevresini büyütürler ve duygusal olarak beslerler.
Böyle insanlar toplum içinde yön bulucudurlar. Herkes bir iş için yaratılmıştır, hepimiz iyi olanı bulana dek aramayı denemeliyiz...
Zor zamanda yanımızda olmasını beklediğimiz insanlar için ayırdığımız zamana bakalım hak ettikleri süreyi alıyorlar mı? Yoksa sosyal medya dilimizi mi kesti?..