27 Kasım'da Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ve Suriye Millî Ordusu (SMO) birlikleri başlattığı operasyonla 7 Aralık gecesi Şam'a girerken Beşar Esad'ın Rusya'ya gittiği, kendisi ve ailesine sığınma hakkı tanındığı açıklandı.
Esad rejiminin yanında duran İran ve Ukrayna'daki savaş yüzünden bölgede yeteri kadar varlığını hissettiremeyen Rusya desteğinin kesilmesi Suriye ordusunun hızlı çözülmesine yol açtı.
Muhalif güçlerin Şam'a ilerleyip almasıyla en büyük darbelerden birini bölgede hegemonya kurma iddiasındaki İran aldı. Muhalif güçler Humus önüne dayandığında; muhalifleri durdurması için Türkiye’nin kapısını çalan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran karşılık bulamayınca Putin’le bir görüşme yaparak “muhalif güçlere karşı hava operasyonları düzenleme” teklifinde bulunmuştu.
Rusya bu teklifi geri çevirdi. Durumu değerlendiren Kremlin sözcüsü Dmitry Peskov yaptığı açıklamada “Bu belirsizlik döneminin ardından bölgenin nihai biçimini tahmin etmek şu anda zor. Bölgede birçok ülkeyle çıkarlarımız örtüşüyor, diyaloğu sürdüreceğiz” dedi.
Ali Hamaney’in Türkiye’nin savaşa müdahalesini “Suriye'nin bir komşu hükûmeti bu konuda açık bir rol oynamaktadır, oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir” diye değerlendirmesi sürpriz değil.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “…Bu saatten sonra Suriye’nin bir kez daha bölünmesine izin vermeyiz. Türkiye, siyasi, diplomatik, ekonomik, askerî tüm kapasitesi ile bu tarihî mücadelesinde Suriye halkının hep yanında olacaktır…” açıklaması Türkiye politikasının açık ilanıdır.
ABD’nin seçilmiş Başkanı Donald Trump "Suriye bir karmaşa içindedir, ancak bizim dostumuz değildir ve ABD'nin bununla hiçbir ilgisi olmamalıdır. İzin verin ne olacaksa olsun, karışmayın” açıklamasını yapsa da PKK/YPG terör örgütüne yönelik temizleme operasyonları karşısında “ne olacaksa olsun, karışmayın” diyecek mi?
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın ani Türkiye'yi ziyareti ABD’nin rahatsızlıklarını ortaya koymaktadır.
Suriye halkının önünde müreffeh ve mutlu geleceğe bir kapı açılmıştır. Bu kapıyı açan 13 günlük bir operasyonun değil 61 yıl bu zulme muhatap olan mazlumların ayaklanmasıdır.
Bu savaşın kan ve zulüm üzerinden beslenen geçmişi var.
“Bir ilkokulda bir öğrenci sınıfta tahtaya ‘Hürriyet’ kelimesini yazmıştı. Bunu gören bir emniyet mensubu tüm sınıf öğrencilerini emniyet merkezine götürmüş, sorgulamış ve hatta tırnaklarını işkence ile sökmüş sonra da ailelerini arayarak “…gelin çocuklarınızı teslim alın” diye terbiyesizce teklifte bulunmuştu. İşte ayaklanmayı tetikleyen nice olaylardan biri bu olmuştu…
Kan dondurucu bu olay Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde misafir Suriyeli akademisyenler, Yrd. Doç. Dr. Salih JNAIDI ve Yrd. Doç. Dr. İbrahim SULAIMAN’ın Esad rejiminin halka yönelik saldırı ve katliamlarını anlattıkları “Esad’ın Nizamının Gölgesinde Suriye” başlığıyla verdikleri (20.04.2016) konferanstan.(*)
Suriye’de zaman durdu…
“Esad rejiminin çökmesi demek, İran’ın bölgeyi mezhep maskesi takarak domine etmesinin son bulması, İsrail’in bölgede devlet terörü uygulayarak barbarlığa devam edememesi demektir. Esad rejiminin çökmesi demek, bölgede insani ve vicdani bir siyaset izleyen ve bölgede barış ve birleşmeyi hedefleyen Türkiye’nin önünün açılması ve ciddi bir güvenlik tehdidinden kurtulması demektir…”
Suriye’de muhaliflerin Esad yönetimine son vermesini müteakip muhalifler en kısa sürede bir “geçiş hükûmeti” kurma kararı aldı. Muhammed el-Beşir liderliğinde oluşturulacak kabine Suriye’nin olağanüstü rejimden meşru siyasal rejime geçerken yeniden yapılanmasında görevli olacak.
İngiliz The Guardian gazetesinin “Esad rejiminin destekçileri Rusya ve İran’ın Suriye’de iktidarı kaybetmeleri ile en etkili güç Türkiye’dir” açıklaması Ankara’nın Suriye’de belirleyici güç olmasının kabulüdür.
Unutmayalım!.. Suriye bizim hem imtihanımız hem de istikbalimiz…
.....
(*) “T.C. Cumhurbaşkanlığı-Diyanet İşleri Başkanlığı, Dinî Yüksek İhtisas Merkezi -20.04.2016 “Suriyeli Akademisyenler ESAD ZULMÜNÜ ANLATTI”
Hikmet Köksal'ın önceki yazıları...