Başladığında sarp dağlar derin vadiler ve gecenin karanlığına saklanan TERÖR şimdilerde kalabalıkları kullanmaya başladı. Güçlü bir kontrol ağı yoksa kalabalıklar bataklık olur.
Son yılların en vahşi terör olayı, saldırı gecesi otopark kısmından havalimanına girmeye çalışan teröristin üstündeki mont yüzünden şüphelenen polis memurunun kimlik sorması ile başlıyor.
Canlı bomba polisin kendinden şüphelendiğini anlayınca montun içindeki silahla polis memuruna ateş ediyor polis memuru yere yığılırken bir el daha ateş eden terörist otoparkın merdivenlerinden aşağı inerek kendini patlatıyor. Diğer iki terörist ise dış hatlar terminaline girer girmez etrafa ateş ederek ters istikametlere doğru koşuyor, polis tarafından vurulunca kendini patlatıyor üçüncüsü ise panikle koştuğu aşağı katta kendini patlatıyor...
Sonuçta, 19’u yabancı uyruklu 44 kişinin hayatını kaybettiği 93 kişinin de yaralandığı saldırıyı gerçekleştiren biri Özbek, birinin Dağıstan uyruklu Rus diğerinin de Kırgız vatandaşı olduğu belirlenen canlı bombaların aylarca Fatih’te kiraladıkları bir dairede katliam için hazırlık yaptıkları ortaya çıkıyor.
Aynı bina sakini yaşlı bir kadın teröristlerin oturduğu daireden keskin bir kimyasal kokusu geldiğini şikâyet için muhtara gittiğini kendisinin belediyeye yönlendirildiğini söylerken daireyi teröristlere kiralayan emlak komisyoncusu ve mahalle muhtarı olayla ilgili konuşmak istememiş.
Kırsalda açık kalan terör, alan ve şekil değiştirip, gündelik hayatımızın karışıklığı içinde saklanıp bizi vuruyor.
Henry Ford “Hiçbir sorun çözülmez değildir, eğer çözemediğiniz sorun varsa parçalara ayırın, çözersiniz” diyor. Nitekim parçalara bölmek bazen yıkmak bazen de yapmak için gerekebilir.
Bu yeni terör biçiminin savunma tarafında yeni aktörler devreye giriyor ve mücadeleyi yönetenler bu aktörleri ciddiye almalıdır.
Bunlar mahalle muhtarları, emlak komisyoncuları ve kiralık ev sahipleridir.
Ev sahiplerinin kiraya verdikleri daire üzerinden devlet sorumlulukları; bugüne kadar sadece yıllık kira gelirlerini beyan ile sınırlı kalmış ama ne kiracıları üzerinden ne diğer bina sakinlerine ne de devlete karşı bir sorumluluk taşımamışlardır. Doğrusu bu olaylar şişmeye başlayıncaya kadar bunun üzerine gidilmedi. Olayı böylesine ucuzlaştıran uygulama ise kiralama işlemlerinde mal sahiplerinin tamamen devreden çıkıp emlak komisyoncusu ile kiracının baş başa kalmasıdır.
Diğer bir laçkalık ise mahalleyi muhtara emanet eden eski basit uygulamaları aratacak biçimde adrese dayalı nüfus işlemleri uygulaması ile kiracı bilgilerinin bilgisayarın beynine kitlenmesidir.
TÜİK veri tabanında nüfusumuzun ne kadar olduğu önemlidir ama KİM OLDUĞU daha önemlidir.
Devletin kontrol edebildiği en küçük topluluk birimi mahalledir. Ama anakentlerde bir mahalle Anadolu’daki bir şehir nüfusu çapındadır.
Bu son olaylar bu aktörlerin pozisyonunu yeniden ele alacak tartışmaları gündeme getirecektir ve getirmelidir.
Muhtarların mevcut çalışma şartlarını düzenleyen yasalar ile bu devasa kütlenin hele içinde yaşadığımız iç göç ve mülteci baskını altında iş yapması beklenemez.
Belediye meclisleri mevcut mahallelerini ve yeni kurulacak olanları taşınabilir hacimde yeniden düzenlemelidir.
Kalabalıkları kontrol edebilecek çapta en küçük idari yapı olarak ne kadar küçültebilirsek o kadar küçültmeli, muhtarlık yetki alanını da yeteri kadar büyütmeliyiz. Mademki mülki ve beledi (kent) ve adli teşkilatın ilk basamağını mahalleler oluşturuyor tüzel kişiliği, bütçesi, personeli ve bürosu ile mahallenin merkezi ve yerel yönetimlerin temsilcisi ve yardımcısı olan muhtarlıklarında hukuki düzenlemelerle birlikte bugünkü şartlar karşısındaki yetersiz yapısının güçlendirilmesi şarttır.
Eğer büyük anakent şehirler insan kalabalıkları bakımından yönetilebilir alanlar olsaydı bugün terör başta olmak üzere birçok sosyal sorunu çözmek daha kolay olacaktı...