Topal Kuşlar

A -
A +
Herkesin her şeyi bildiği ama kimsenin bir şeyi iyi bilmediği bir zamana düştük... İnsanlar dökülürken şehirleri akıllandırmaya kalkıyoruz.
“Akıllı şehir”, insanlarının hakkı, adaleti rehber edindiği, menfaati sadece kendi grupları lehinde değil tüm toplum adına isteyip savundukları, tokların açların hâlinden haberdar olduğu beldelerdir.
Ne var ki dünyevileşme insanları gündelik hayattan koparıp, beşerî ve maddeperest bir kalıba sokuyor. Ölümün, ahiretin, insan olma onurunun servet ve makama teslim olduğu, sosyal zenginliğin, adam olmanın servet ve banka cüzdanlarına hapsedildiği bir mahbese tıkılıyoruz. 
Vatanından kovulmuş, dara düşmüş bir mültecinin dediği gibi: “Aynı şehirde, aynı mahallede yaşayan ama bir servet ve makam sahibi, diğeri bir yoksulu iken her ikimiz de vatansız kalınca hayatta kalmak için aynı çöplüğü karıştırmaya başlayınca birbirimizi tanıdık… Aynı çöplükte…”
Mevlâna’nın “topal kuşlar” hikâyesi; hemşehri, komşu, dost olmayı varlıklar üzerinden kaybedenlerin ortak acı, ortak kayıplar yaşadığında bulmaları ne kadar keder verici:
“Bir âlim, yol kenarında kendi türleriyle uçmayı reddeden biri karga, biri leylek iki kuşa rastlar. Merak eder bu iki farklı kuşun nasıl olup da kendi aileleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak varken nasıl olup da bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeğlediklerini. O kadar farklıdır ki kuşlar, ihtimal veremez birbirlerini sevdiklerine. Karga dediğin kargalarla uçmalıdır, leylek dediğinse leyleklerle... Yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal olduğunu keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki, birlikte kaçar, birlikte uçar, birlikte yaşarlar aynı yokluğu yaşayanlar...”
Akıllı şehir dediğimiz; insanlarını mahrumiyet kapıyı çalmadan bir arada tutan, hemşehri yapan, komşu yapan, derttaş ve sırdaş yapan şehirdir.
Önceki gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ATO Congresium'da düzenlenen "Akıllı Şehirler ve Belediyeler Kongre ve Sergisi" programında konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, çağının ötesine geçemeyen şehirlerin bir süre sonra cazibelerini yitirmeye mahkûm olduğunu belirterek, "Şehirlerimizde bir yandan tarihi, kültürü, medeniyeti koruyacak diğer yandan yeni ihtiyaçlara uygun yatırımlara yöneleceğiz. Yaşlı, kadın, çocuk, engelli dostu olmayan günün her saati sokaklarında huzurun kol gezmediği bir şehir akıllı olsa ne olur, olmasa ne olur. Şahsiyeti olmayan, insanı öncelemeyen, dört bir yanında ilim, irfan, sanat ocakları tütmeyen bir şehrin aklı da olmaz. Kapı komşusunun hâlini bilmeyen, sokağından, semtinden, mahallesinden bihaber insanlarla dolu bir şehir, ruhunu kaybetmiş demektir.”
Çağın ötesine geçmek demek, hizmet için kullandığımız “teknoloji”ye hizmetkâr ve teslim olmamaktır. Kapı komşusundan haberi olmayan çağın kapısını aralasa ne olacak?
Herkes kendi şehrinin mimarıdır. Kurduğumuz şehirlerin kat yüksekliği değil “Eşraf yoksulluğu” en büyük noksanı. Bugün “akil adam” diyorlar, "yanılmaz ve güvenilir" anlamında kullanılır. Osmanlıca karşılığı “sahipkıran”dır diyor İlber Ortaylı.
Bir millet krizle düşmez veya yükselmez.
Bir zaman bizler de fakirdik, köylerimiz perişandı, şimdi görgüsüzce zenginleştik ama her yer insanı itiyor. İnsanlar ülkelerin (şehirlerin) ruhunu korumayı beceremiyor, ruhsuz şehirler de insanlarını korumuyor...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.