Korona salgını sürecinde çoğu Avrupa ülkesi İslâm'ın insanı, hayatı, sağlığı, temizliği ne kadar önemseyen tertemiz bir medeniyet anlayışı olduğunu fark ederken içerideki akıl ve ahlak yoksunlarının saldırısı kabul edilemez bir yüz karasıdır.
Her sene bilhassa ramazanda uyduruk bir sebeple “İslam’a” sataşmak âdetleridir. Bu defa Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ı eş cinsellere yönelik olarak söylediği sözler nedeniyle hedef aldılar.
Korona salgını gündeme çöreklenmiş gibi görünse de üstü küllenmeye çalışılan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” fitnesi birden alevlendi. LGBTİ sivil toplum örgütleri, barolar, güya siyasetçi bazı mahut adamlara bu saldırıyı yapma cesaretini veren “İstanbul Sözleşmesi'dir”...
"İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eş cinselliği lanetliyor. Bunun hikmeti, hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir” diyen Diyanet İşleri Başkanı üzerinden yapılan saldırının yakın gelecekte alacağı şekil göreceksiniz “Bu İslam’ı değiştirin, bizi meşru kılacak şekle sokun...” olacaktır. Muhtemelen birkaç ekran sevici bulup kıyısından köşesinden bu meseleyi “tartışılabilir” hâle getirmeye çalışacaklar.
Aileye ve bir güvenlik kuşağı oluşturan “İslam’a” karşı bu saldırının sebebi nedir?
Aileler, geçmişe dayanan kadim kültürümüzü esas alarak çocuklarını yetiştirdikleri, egemenlerin müdahale edemediği bir güvenli bölgedir. Jack Goody, "aileyi kontrol demek; hem toplum sosyolojisinin, hem ekonominin, hem de nüfusun kontrolü demektir” diyor.
Ailede büyük hasar verdiği bilinen “cinsiyet eşitliği projesinin” ilk uygulaması; Rockefeller ailesi bünyesinde özel bir vakıf olan “Rockefeller Foundation” tarafından yürütüldü. Vakıf tarafından desteklenen Alfred Kinsey isimli ahlaksız bir zoolog 1947'de Indiana Üniversitesi bünyesinde “Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü"nü kurdu.
1948 yılında Alfred Kinsey’in yayınladığı ilk araştırma raporu medyada büyük ilgi(!) görür ve 1955 yılında araştırmanın ikinci etabı yayınlanınca Amerika Barolar Birliği, Amerika Ceza Sistemini değiştirmek zorunda kalır.
Bu tam bir felakettir, o güne kadar Amerikan ceza sisteminde "suç" olarak kabul edilen “zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini aldatması ve eş cinsellik" suç olmaktan çıkarılıp, normalleştirilir.
Tezgâha bak; Kinsey diye bir sahtekâr bul, kendi vakfında bir enstitü kur, bu enstitüde bir rapor uydur kendi medyanda bir algı operasyonu oluşturup ceza sisteminin canına oku!..
Bu tecrübelere bakınca; Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden benzer bir baskı oluşturma hamlesinin neyi amaçladığı daha iyi anlaşılmaktadır. Yusuf Kaplan’ın tespit ettiği üzere tekraren anlaşılıyor ki: “Fransız Devrimi bile Kilise’ye bütün haklarını iade etti daha sonra. Ama laik Türk devriminin haylaz çocukları, 'İslâmsız bir Türkiye' hayal ediyorlar!..”
Türkiye’de uygulanmak istenen bu iğrenç senaryonun “zina, çocuk erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini aldatması ve eş cinselliğin suç olmaktan çıkarılıp, normalleştirilmesi planı"nın özeti budur...
Bu saldırının arkasında sınır tanımadan her ahlak kuralını hedefe koyan, din, diyanet, kitap, tanımayan “küresel bir ağ” olduğunu fark etmeyen geri zekâlı değilse o melanet şebekesinin parçasıdır.
Önemli bir sorumluluk ismi geçen iki baroya kayıtlı avukatlara düşüyor. Yaptıkları skandal açıklamalarıyla utanç verici işlere meşruiyet kazandırmaya soyunan bu baro yönetimleri kendileri istifa etmediği takdirde imza toplayarak olağanüstü baro seçimine gitmelidirler.