“Bana yardım edebilir misiniz?” diyen öğrenci, iş adamı, ev kadını hepsi diğerinden farklı durumdaki insanlara “At kurtul” diyorum. Önce olumlu ve güzel konuşma ile işe başlamalarını söylüyorum. Hayatlarından ilk çıkarıp atmaları gereken “Argo” konuşmalar. Bu onların hayatını zorlaştırıyor ve yardım isteyenlerin hemen hepsi de "kötü düşünme ve kötü konuşma” hastalığından mustarip.
“Argo”nun lügat manası, “her yerde ve her zaman kullanılmayan ya da kullanılmaması gereken, külhanbeylerin, serserilerin ya da eğitimsiz kimselerin kullandıkları deyim ya da söz” demek.
Olumsuz ve argo konuşan bir çevre içinde sürekli tekrarladıkları kelimeler onları kuşatıyor ve bu onların gerçeği oluyor. Çocuklar ve gençler argo kelimeleri önce kendi ailesinde, sonra çevresinde duyuyorlar, sonra da kendileri bunu taklit etmeye başlıyorlar.
Argo ve küfürlü konuşanlar kendilerine güvenleri olmayan, çocukluğundan başlayarak sürekli aşağılanmış, kayda değer bir sorumluluk almamış kişisel imajı zayıf olan kişilerdir. Etrafındaki “korku duvarını” ancak kullandıkları çirkin kelimelerle yıkabileceklerine inanıyorlar.
Kelimeleri çekiç veya balyoz zannediyorlar. Argo, onlar için çıkış kapısı olmayan bir sığınaktır, odaya girip içeriden çıkışları argo kelimelerle tuğla örüp kapatıyorlar. Başkalarıyla ilişkileri argo dil ile kurmaya çalışanlar kendileri ile de barışık değiller.
Bu bir salgın hastalık, en çok zarar görenler de çocuklar ve gençlerdir.
Onlar geleceklerini kurarken iş, eş ve arkadaş seçiminde kullandıkları dil belirleyicidir. Huzur ve güven arayan toplum, denizin içindeki çer çöpü dışarı attığı gibi onları dışlayacaktır. Hayatını iyileştirmek isteyen, işe kullandığı günlük dili değiştirmekle başlamalıdır. Bu, kolay bir iş değildir. Çünkü bütün dünyamız düşünceyi ve dili besleyen veya zehirleyen eğlenceyle, medyayla, internetteki sosyal ağlarla, kısa mesaj ve uyuşturucu ile kuşatılmış durumda.
Ekranda gördükleri ve duydukları dışında fazla bir şey bilmeyen bir nesil yetişiyor. Sabahtan akşama telefon elinde chatleşiyor, ekran başında bir diziden diğerine koşup duruyor, böylece önce dil sonra düşünce zenginliğini kaybediyoruz.
İş mülakatında argo konuştuğu için kaybeden genç adam sızlanıyor: “Şimdi ne ettik ki yahu!..”
Çoğu ebeveyn ve eğitimci, konuşma dilinin giderek bozulduğunun farkında ve bu salgını önlemek için tedbir peşinde. Argo ve küfürlü tarz sadece dilde değil kılık kıyafette, aile içi ve dışarıdaki arkadaşlık ilişkilerinde de gözleniyor. Biri diğerinin önünü açıyor ve besliyor. Yapılan araştırmalar bazı müzik türlerinin içine yerleştirilmiş argo ve müstehcen sözlerin; intihar, cinayet, şiddet, uyuşturucu bağımlılığını körüklediğini gösteriyor. Buna bazı yerli dizi ve filmler de eklenebilir.
Bir film yapımcısı feryat ediyor: “Sanat ve kültür, toplumsal hayata ne kadar yansıyor? Sinemayla moral değerlerimiz ne kadar güçleniyor? Küresel aktörlerin sinema filmleri ile toplum değerlerini aşındırma çalışmaları karşısında siyasi aktörleri, sermayeyi ve kanaat önderlerini doğruluk, dürüstlük, sadakat, şefkat, merhamet ve saygıyı anlatan sinema filmleri yaptırmaya davet ediyorum.”
Mesele, bu kadar olumsuz girdi karşısında ne yapacağımız.
İlk adımı kanaatimce aileler atmalıdır.
İşe iyi insanlar, iyi arkadaşlar, iyi kitaplardan başlamalıdır. Çocuğun evde kendine ait bir kütüphanesi olmalı okumaya teşvik edilerek ödüllendirilmeli. Çocuk mükemmel bir gözlemci ve duygusal bir kayıt cihazıdır. O anne ve babayı sürekli gözlemler. Dolayısıyla ebeveynler sıklıkla çocuğun çocukluğunu yaşamasına müsaade etmeli, bazen de insan ilişkilerini izlemesi için çocuğuna büyük adam muamelesi yapmalıdır. Baba; dostlarını, akrabalarını ziyarette çocuğunun yanında bulunmasına gayret etmelidir. Çünkü güzel ahlak, emir komuta ile değil güzel ahlaklı insanlarla ilişki ile öğrenilir.
Güzel ahlak önce ebeveynlerde vücut bulmalı. Kendi güzel dünyasında yaşayan bir ailenin çocuklarının geleceği ile ilgili bütün endişesi asgariye iner.
İslam âlimleri ve eğitimcilerin her zaman söylediği şudur: EKTİĞİNİ BİÇERSİN...