Otuzlu kırklı yıllarda yapılan hükûmet konakları umumiyetle üç katlıdır, ön cephesinde Helen mimarisinden mülhem sütunlar vardır, 40 metre genişliğinde basamaklarla sahanlığa varılır. Karşınıza üç kapı çıkar, kenardakiler ufaktır ve kapalı tutulurlar. Ortadaki devasadır, al halı serilir tabanına. İşte vali bey hazretleri oradan girer çıkar. Otomobili kontak kapatmaz, gün boyu çalışır duman atar.
Methal geniş ve yüksektir, tavan üç kat boyunda. Yaverleri hizmetçileri koşar, paltosunu şapkasını alırlar. Bu kısma değil vatandaş, personel bile yaklaşamaz. “Ötekiler” arka bahçeden girer, ilk bir buçuk metresi füme boyalı dar bir koridora alınırlar. Tavan basık, ampuller zayıftır, sarı sarı yanar. Her taraf izmarit, tozlu zemin, kirli duvar...
Amaan halk değil mi? Çok bile onlara!
Vali dediğinin yaşlı başlı, çatık kaşlı olmalı, koltuğu doldurmalıdır ayrıca.
Bildikleri tek şey gelen evrak “gelen evrak” dosyasına, giden evrak “giden evrak” dosyasına. Aman teftiş meftiş olur, sıkıntı çıkmaya.
Gelgelelim 1948 Sürmene doğumlu, tekaüt Milâs müftüsünün oğlu Recep bu seremoniyi yıkar.
Süper zekadır, ilk mektebi üç yılda bitirir, 19’unda ev bark kurar.
Valilik yapabilmek için aylarca uğraşır, zira yaşı tutmaz. Ayrıca sivri dillidir, kimseden korkmaz.
Başına iş açar mı? Açar.
Olsun katlanacaktır icabında.
Yetmez kardeşini de Diyanet’e Reis yapar, çocuk 34 yaşındadır daha.
Tepeden inmeci, elitist egemenler Recep Bey’den hoşlanmaz. Kim bilir nerelere çomak sokacak?
Beklendiği gibi olur, kaymakamlık yıllarında kavgaya başlar.
Ardanuç’ta heyelanlarla, Sungurlu’da kan davalarıyla uğraşır. Anadolu’da eşkıya vardır ama ihbar alıp gittiklerinde kaçmış olurlar. Devlet de silahlı çobanları toplar… Gücünün yettiğine. Haklı haksız bakmaz, yakaladığını yakar.
Bir ara genelev açmak isteyenlerle takışır, baksa ki arkasında siyasiler var.
Yaşlılar idareimaslahatçıdır, kokmaz bulaşmaz, taş altına elini sokmaz. Recep Bey ise üstüne üstüne gider, silah zoruyla yol açtırır icabında.
Kahvelere aspiratör, havalandırma taktırır en az elli kitap bulundurma ve iki gazete alma mecburiyeti getirir. Şakası yoktur kapatır.
Mahallenin delisini hoş tutar.
Vali olduğunda bebek simalıdır, ak saçlı bürokratlara göre çocuk sayılır.
Dar imkânlara rağmen Tokat’ta üç bin derslik ve 147 sağlık ocağı yaptırır. Halktan salma (gönüllü vergi) alır, özel idareyi de içine katar ve T.C. tarihi boyunca yapılanları aşar.
Yetmez sigara ve kumarı çembere alır, alkole savaş açar. Babalar akşam eve gitmeye başlar, çocuğunun farkına varırlar.
Tokat’ta unutulan yazmacılığı ayağa kaldırır. Atölyeler açılır, fidanlar dağıtılır, eski evler konaklar ayağa kalkar.
Esnaf şevklenir, şehir şavklanır, oteller, lokantalar...
Kasada 590 bin lira vardır, dokuz misli iş yapar. Eee bu kadarı da fazladır ama! Emsal olacak tembel takımına.
“Açın şuna bi’ soruşturma!”
Kendini Aydın’da bulur bir anda. İlk işi kumsala ipotek koyan kamu binalarını yıkmak olur. Devlet patron, halk köle olamayacaktır bundan sonra!
Sahra çadırına dönen Aydın Devlet Hastanesine el atınca ekâbir ayaklanır, o da sertleşir geri vitesi yoktur zira.
Gelgelelim mahmur mağrurları yerlerinden kaldıramaz, aksine onun biletini keserler, artık kimin nasırına bastıysa.
Rahmetli Yıldırım Akbulut “Recep Bey’i kendi memleketime istiyorum” der, sahip çıkar.
Erzincan sürgün yeridir, öğretmen bile gelmez, vazifeye başlamaz.
Valimiz sokak sokak dolaşır, vatandaşla tanışır, sıkıntı ne acaba? Bakar particiler sultan. Onlarla net konuşur, “Ben il başkanlığı yapmam, işinize karışmam, siz de valilik yapmayın ama!”
Buna rağmen memur alımında kontenjan isterler… Haydaaa!
Koalisyon böyle bir şeydir işte, müdürlükler, KİT’ler parsellenir, kimse çöplüğünde horoz istemez başka.
Bizden olsun, çamurdan olsun, iş yapmış, yapmamış kimin umurunda?
Bakar olacak değil, ipleri eline alır, 10 bin konut yaptırır, on binini de güçlendirip ayakta tutar. Devlet Hastanesi, SSK ve Askerî Hastane’yi şekle sokar.
Terör can sıkıcıdır. Cezaevine gider, PKK ve TİKKO militanları ile yemeğe oturur. Derdiniz ne? Kan dökmeden nasıl çözülür acaba? T.C. tarihinde ilk defa siyasi mahkûmlar muhatap alınırlar.
Derken Başbağlar hadisesi patlar. Tunceli’den gelen grup göstere göstere katliam yapar, Adalet Bakanlığı CHP’dedir; yakalar, salar. Maksat Sünnileri yıldırmak, nitekim köyler boşalır o sıra.
Vali “Hayır terk etmeyeceğiz” der, korucu seçer silah dağıtır. “Bitireceğiz dibini kazıyacağız” nutukları atmaz, “Terörle yaşamaya alışacağız bundan sonra!”
Hizmeti mezralara kadar taşır, içme suyu, gölet, kanalizasyon yaptırır; köyleri, sakinleri için cazip hâle getirmeye çalışır. Öğretmenevlerini, polisevlerini fevkalade lüks yapar. Geldiklerine pişman olmasınlar.
O günlerde bazı Kemaliye köyleri merkeze ulaşamaz, baraj yapılınca Fırat yükselmiş, Başpınar Köprüsü’nü yutmuş almıştır. Bir feribot edinirler ama teröristler yakar.
Halk, köprü talebini Demirel’e de iletir, programa alınmaz.
Valimiz İstanbul’daki hemşehrileri ayaklandırır, bağış toplar. Çelik köprüyü litaratürde olmayan bir usulle yerine oturturlar. Ellerinde sadece bir dozer, bir tekne vardır, o kadar.
Köprü halledilince neşesi yerine gelir rafting, su kayağı, dağcılık yapar, bot alabora oldukça yeniden başlar, turizme maya çalar. Cirit ekipleri, mehter takımları, yayla şenlikleri derken Munzurlar renklenmeye başlar. Keşiş Dağı, Tercan Gölü, Mama Hatun ve Melik Ahmet Gazi Türbeleri ziyaretçi toplar.
Kemaliye o günlerde Ergenekon gibi dorukların ortasındadır. Dağlar asırlık proje “Taşyol” ile (bir nevi tünel) delinir. 8.250 metre gidersin, Sivas 220 kilometre yaklaşır sana. Gurbetçiler rahat gelir, gider memleketlerinden kopmazlar.
Hasılı hantal devletle, tembel bürokratla boğuşur, vatandaşa ümit aşılar.
Ankara’ya şantiye değil, salon valisi lazımdır. Ecevit, Yılmaz, Bahçeli statükoyu deldirtmez, gereğini yapar.
Recep Bey’in tasfiyesi hem Erzincan hem Türkiye için kayıptır. Ankara’ya mektuplar telgraflar yağar, değişen bir şey olmaz.
Ama o merkez valisi iken de memleket için kafa yorar. Tüketici topluma, parlamenter sisteme, iş birlikçi sendikalara çareler arar. Sahte demokrasilere, kokuşmuş bürokrasiye, hortumcu takımına, lider sultasına karşı “başkanlık siteminden” söz açar.
Partilerde genel başkana biat esastır, her birinin ‘Führer’i vardır, burnundan kıl aldırmaz. Memleket “düüü - zeel - meez” kurtarıcılardan kurtulmadıkça..
İcraatlarından da başı ağrır, hiç yatırım yapmasa soran olmayacaktır oysa.
Vefatı garip olur; kimine göre suikast, kimine göre kaza.
Ziraat Odası Başkanı çağırmıştır, adamcağız Vali Bey’e Mercedes yakışır der, bir arkadaşından ister hatta. Aşırı sürat, kötü yollar, takılmayan kemer, tedbirsizlik, sekizde bilmem kaç kusur falan filan...
Baş ağrısı bahane, olanla ölene çare mi var?