“Hoşçakal” demiştim Azeri kardeşim sordu: Çakalın nesi hoş ağam, düşmedi aklıma?
Hocam filan padişah hakkında birkaç satır karalar mısınız?
Ben kimseyi karalayamam karrdeşim, hele bir padişahı asla!
Bak azizim, kalemini satmayacaksın!
-Ama ben kırtasiyeciyim abi.
Genç şehzade henüz tahta kurulamadan…
“Tahta kurulamak?” Yabancı nasıl çözsün şimdi lügate baka baka.
-Kız mı arıyor? Yok canım daha neler, size öyle geliyor.
Bir de ilavelerimiz var. Dümdüz, gıpgıcır, epeski, ıpıslak, cısçıplak, dımdızlak, kupkuru, dupduru, sopsoğuk, sımsıcak…
Renk parlatmayı da severiz. Mosmor, sapsarı, masmavi, bembeyaz, yemyeşil, kapkara… Laplaci, bosbordo…
-Yok ööle bişi ya! Uydurma!
Bazen yepyeni de yetmez, yepisyeni yaparız, vurgu üstüne vurgu. Yani ne kadar yeni anla!
Dimdirek var bi de, yol tariflerinde kullanılan. Aslı İngilizce “direct!” Lakin dimdayrek diyecek kadar kasılırsan ayıp olur vatandaşa.
Kulağımız fena alışmış. İlim-irfan, akıl-izan, Türkçe-matematik, cebir-geometri, fizik-kimya, tarih- coğrafya, kültür-sanat... Neden vatan-millet denir de millet-vatan denmez. “İndi bindi” külli hata, adam binmeden nasıl inecek acaba?
Babıali yüksek kapısından, huruç edip çıkar iken, bir atlı süvariye, tesadüfen rast geldim.
Bab-ı ali zaten yüksek kapı. Huruç: Çıkmak. Atlı: Süvari. Tesadüf: Rast gelmek… Çift dikiş olunca sağlama mı bağlıyoruz acaba?
İntaniyeci hekim, Anadol otomobili lüzumsuz tekrar. İntaniyeci hekimdir zaten, Anadol araba. Karpuz meyvesi, güvercin kuşu diyor muyuz? Eee daaa ne o zaman?
Batı’da “by” desen yeter, “by by” fazla. Ama sen tek başına “güle” dersen kimse anlamaz. İlla nakarat yapacaksın güle güle, ivil ivil, fıkır fıkır, hüngür hüngür, lapa lapa.
Danilo mükemmel yerine “mükel mükel” derdi, artık şefimiz ne anladıysa.
Hemfikir, hemcins, hemdert, hemhâl aynı mantıktan gelir, peki hemşeri?
What? Şeri de ne ya?
Musahip ile muhasip (biri sohbet, öbürü hesap ehli); muharebe ile muhabere (biri harbetme öbürü haberleşme), delalet ile dalalet, hafriyat ile harfiyat, tazminat ile tanzimat, teşrifat ile tefrişat, tenkisat ile tensikat ekseri karıştırılır.
- Peki n’olur karışırsa?
- Hiiç “inkılâb” değiştirmek, “inkılap” ise kelpleşmek köpekleşmek! Hadi kullan sıkıysa!
Çay ocağına bakan Faik abimiz “porselenden personele” der neşeli olunca. Beli ağrıyan yaşlıya sorarsan “tevellüdden mütevellid” diyecektir sana.
Tehacüm hücum etme, tehaccümde bir “c” fazla. Eşkâl şekilden gelir (şınkefle) eşgal külli hata.
Cumartesi ve pazartesiye isim koymak zor muydu? Salıtesi niye yok o zaman?
Türkçe ekler manzumesidir, “Balıkesirlileştiremediklerimizden misiniz?” Burada 13 parça ilave edilmiş, sana bana sıradan geliyor da yabancı nasıl toplasın? Nereden bilsin hangisi önce, hangisi sonra?
Hastane, pastane, postane ve eczanenin haneleri gitti tımarhane, kıraathane, hapishane duruyor hâlâ. Bilmem hane berduşlar ne yapacak bu durumda?
Bir de hoşlanılan ve kıl olunan tabirler var. Koçum diye hitap edersen kabarır, koyun dersen kızarlar. “Vayyy çılgın” kurulur, “vayyy azgın” kırılırlar. Bihuş, mecnun desen iltifat sayar. “Deli, manyak, çatlak, tahtası oynamış, şanzımanı dağıtmış, balata sıyırmış” desen dava açmaya kalkar.
Ne zaman buluşalım? Tünde.
-Anlamadım.
-Eee tünaydın diyorsun ya.
Seninkini bırak, benimkimi al! Bir bebeden duymuştum, tamam çocukça ama mantıksız diyebilir miyiz buna?
-Oolum ne arıyorsun masanın üzerinde?
-Dayım çıktırttı.
Kayınço koymuş oraya. Şimdi neresi hata?
Çocuklar bilmediğini uydurur, fıstık yerine gıngın der mesela. Hiç alakası yoktur ama analar anlar.
Hadi bilin bakalım camili vapur?
Sor validesine “Kız kulesi” diyecektir anında.
Hımmm olabilir... Tabii ya!
Edebiyat hocası Türkçenin düzgün konuşulmasına çok ehemmiyet veriyormuş, affı yokmuş bu hususta.
Neyse bir gün yazılı yapıyor. Ertesi gün iki sabırsız yaklaşıyor yanına. “Hocam kağıtları okudunuz mu?”
-Okudum da not defterine geçiremedim daha. Merak etmeyin sadece iki kırık var sınıfta.
-Belki bizuhtur hocam.
-Sen ne dedin, ne dedin?
Diğeri arkadaşını kurtarmaya çalışır. “Yani deyki ola ki bizduruh.”
Bazı yerlerde (p) ile (r) yer değiştirir. Komutan bunları bilir ve “sen Bayburt’un neresindensin” diye sorar.
-Yaa yarpak de didi, yarpak didik, torpak de didi, torpak didik, körpide takıldık sanırsam.
Evrak çoğuldur zaten “varaklar!” Evraklar dersen ne olur?
Varaklarlar…
Emlak (mülkler), eşraf (şerefliler), erzak (rızklar), esnaf (sınıflar), peki eşya?
“Şeyler”miş, hiç gelir mi aklına?
Enbiya, evliya, asfiya, süleha.… Bunlara “ler” “lar” eklenmez ayrıca.
Bu gün açız yine evlatlarım… Haa şairler kaide tanımaz o başka.
Teee ure, amaaan n’olcasa ossun, böyle konuşabilir ama yazamazsın asla.
“On bir” yazar ombir okuruz, “on buçuk” yazar ombuçuk. Kimse “ben Bilal” demez, “bembilal!”
Bir de Türkçe yazıldığı gibi okunur diyorlar. Hâlbuki tecvidde yeri var “iklab.”
Müteakip (takiben) demek. İkindi namazını müteakip olur, ikindi namazına olmaz.
Bana da musahhihler öğretti, cenaze haberlerinde sık düşüyordum hataya.
Onlar haninin kurdudur, gözlerinden kaçmaz. Bakalım neler bulacaklar bu defa?
Nerede 'İrfan Özfatura' ismini görsem, onun yazdığını okumadan geçmem. Teşekkürler.