Binboğa dağlarının yamacına kurulan Afşin, mümbit bir ovaya bakar. Ceyhan, Hurman, Söğütlü, Göksun suyu bol ırmaklardır, bereket taşırlar.
Gezerken adım başı bir höyük, tümülüs çıkar karşınıza, ne demek bu? Demek hayli meskûn mahal varmış zamanında.
Hitit, Asur, Pers, Makedon, Roma, Bizans ve Arap hâkimiyetini biliyoruz. Selçuklu, Danişmend ve Dulkadiroğulları da çok şey katar. Eeee dile kolay 6 bin yıllık mazisi olunca...
Roma imparatorluğu, Kapadokya eyaleti, Kayseria merkezine bağlı antik kentte İmparator Gordianus tarafından iskân edilen Urfalı Araplar yaşar. Bu yüzden Arabissos diye anılır bir ara.
“Afşin” aslen Mâverâünnehir’deki Üsrûşene hanlarına verilen bir unvandır. Bey, melik, emir gibi bir tabirdir, birçok Afşin gelir geçer Sriderya (Seyhun) ile Amuderya (Ceyhun) arasından.
Emir Afşin ise Alparslan’ın akıncılarından biridir. Bey filan değildir, adı Afşin’dir. “Bekçi oğlu Afşin!”
Horasandan gelen bir Oğuz yiğididir, Tuğrul Bey ile Anadolu’da basmadık yer bırakmaz. Hâcib Gümüş Tegin’le birlikte Murat ve Dicle boylarına akar. Nizip’i kuşatıp, Hısnımansûr’a (Adıyaman) girerler hatta. Sonra ne görseler iyi? Bizans’ın Urfa Valisi Aruandanos ciddi bir orduyla karşılarında.
Afşin Bey kaçmaz, üstüne üstüne gider, avcısını avlar. Vali’yi askerleriyle birlikte esir eder. Götürüp Urfa önünde satar. “Yetişin, akşam pazarı bunlar!”
Sonra inip Antakya’yı kuşatır, eşraf anlaşmak ister, 100 bin altın değerinde dibâc (kıymetli kumaş) alır, muhasarayı kaldırır (1068). Ganimeti alıp götürür verir Başbuğuna (Alparslan’a).
Romen Diyojen Halep önlerinde savaşırken, Emîr Afşin Anadolu’yu delik deşik eder. Hatta Ammûriye’ye (Emirdağ) girer, Sakarya kıyılarına iner. İstanbul önlerinde İmparatorun 6 bin cins atına el koyar, Diyojen kahrolur duyunca.
Aynı Emir Afşin Malazgirt zaferinin ardından Efsus’u alır, bayrağı asar.
Selçuklular Efsus’taki Eshab-ı kehf mağarasına sahip çıkar, önüne bir külliye kurar, mekteb, medrese, ribat ve kervansaray açarlar.
Talebe okutur, misafir ağırlar, kervanlara konaklama hizmeti sunarlar.
Taç kapının üstündeki Kitabede Tevbe Suresi 18’inci âyet-i kerimesi göze çarpar. “Allahü teâlânın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan...”
Diğer satırda ise “Bu ribat ulu fetihlerin babası Sultan Gıyaseddin Keyhusrev oğlu İzzeddin Keykavus devrinde komutan Nusredüddin bin Hasan’ın emriyle yapıldı. 612” yazar (Tabii ki hicri)
Osmanlı da tamir ve bakımını aksatmaz, Paşa Çardağı ilave eder mekâna (1531).
Eshab-ı kehf külliyesi hem önemli bir ziyaretgâh olur hem de ilim ehline kucak açar. Deyin ki üniversite, tıpta ve astronomide öne çıkar.
Yüzlerce talebe yedirilecek, içirilecek, üst baş verilecek, harçlık dağıtılacak. Kolay değil. İşte taaa Zamantı ırmağına kadar (Kayseri) uzanan arazilerin geliri vakfa akar.
Medresenin taç kapısı güzel ötesidir, mimarimiz daha da oturacak, Divriği Ulucami’de taçlanacaktır daha sonra.
Eshab-ı kehf külliyesi 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesine alınır.
Demek ki ecnebiler de hayran ona.
Mâlum Afşin ve Elbistan Kömür ve Bakır madenleri ile tanınıyor. Termoelektrik santraller gece gündüz çalışıyor.
Civarı meyvelik sebzelik, ırmaklar derin ve serin, gel de alabalık tesisin olmasın senin. Bir zamanlar tahıl ve şeker pancarı ile meşgul oluyorlarmış, son yıllarda insanlar toprağına küsmüş, tarlalar boş kalmış.
Afşin Belediye Başkanı Mehmet Fatih Güven ekilmeyen toprakları lavanta ve gül ile değerlendirmeyi planlamış, kolları sıvamış. Başkan köylü göçmesin diye 235 bin dönüm atıl araziyi değerlendirmeye çalışmış. Önce Afyon, Burdur, Denizli, Isparta ve Antalya’yı dolaşmış, aromatik yağ çıkaran müteşebbislerin tavsiyelerini almış. Halkı gül ve lavanta ekmeleri hususunda teşvik etmiş, “siz rahat olun alıcı biziz” demiş, cesaret aşılamış.
Meğer Afşin Ovası’nın rakımı toprağı rüzgârı tıbbi aromatik bitkiler için biçilmiş kaftanmış. Isparta’da 4 ton yapraktan bir kilo gül yağı çıkarken onlar 3,5 tondan almış.
Kendileri sıkmış, kendileri paketlemişler. Geçen sene gül yağını 2 bin avrodan vermişler, lavanta yağı 550 liradan kapışılmış. Yaprakları damıttınız mı kalan sıvı bildiğiniz gül ve lavanta suyuymuş. Tatlılara katılır, cildi ipek gibi yaparmış.
15 kök lavantayla başlamış, 8 yıl sonra 660 bin fide ve 380 dekarlık alan ile Türkiye’nin en büyük lavanta tarlasına ulaşmışlar. Sağda soldaki, kırık dökük araziler de ala mora boyanmış. Başkanı dinleyenler, arpa buğdaydan 8 kat fazla para kazanmış. Bu beklenmedik bir meblağmış, yerlerine yurtlarına muhabbetleri artmış.
Mehmet Fatih Başkan “imbik tesislerini kendi gücümüzle kurduk” diyor ve ekliyor: “Çıkardığımız yağları şişeleyip Efsus markası ile arz ettik piyasaya. Bizde israf yasak. Soğutma suyunu bile defalarca kullanıyor, heba etmiyoruz asla.
Peki bu kadar çiçek olan yere arı salınır mı? Salınmaz mı? Ballarımız hoş kokulu oldu, kilosuna bin lira istedik, kapanın elinde kaldı. Kazancı vatandaşa dağıttık, yeni bir gelir kapısı aralandı.
Peki turizm ile kalkınabilir miyiz? Neden olmasın? Eshab-ı kehf külliyesi gibi bir şansımız var. Lâkin ziyareti biten ayrılıp gidiyor. Şimdi onları şehirde konaklatmanın, oyalamanın yollarını arıyoruz. Köklü ve güçlü mutfağımız bir fırsat. Mesire yerlerimiz görülmeye değer, sonra her biri fotoğrafa gelen ve hikâyesi olan 16 mağaramız var. Mesela Mağaraözü’nde, dağın içinden çıkan akarsu öyle böyle değil, güç katıyor Hurman Çayına. Romalılardan kalma su yolları hâlâ ayakta.
Bisiklet parkurları, atlı turlar ve balon gezileri bizim için zor değil. Yaparız biiznillah, ümitliyiz bu hususta.”