Seçimler bitti, şimdi sıra yeminlerde...
Biliyor musunuz Osmanlı Meclisi Ayasofya’da eski Adliye Sarayında toplanır. Vekiller “Zat-ı Hazret-i Padişahîye ve vatanıma sadakat ve kanun-i esasi ahkâmına ve uhdeme tevdi olunan vazifeye riayetle hilafından mücanebet eyleyeceğime kasem ederim” diyerek vazifeye başlar.
Sivas Kongresi’nde kararlar ittifakla alınır, ant içilir âdeta:”....Câmia-i Osmâniyyenin tamâmiyyeti ve istiklâl-i millîmizin te’mîni ve makâm-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın masuniyeti (korunması) için Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irâde-i milliyyeyi hâkim kılmak, esası kat’îdir” der, imza atarlar altına.
Meclis-i Mebusan İngilizler tarafından basılıp kapatılınca, Ankara’da BMM açılır (23 Nisan 1920). İlk Meclis aslında İttihat ve Terakki’nin kulüp binasıdır, Mimar Salim Bey’e çizdirilmiş, Cemiyetin Ankara temsilcisi Memduh Şevket Esendal tarafından, askerî mimar Hasip Bey’e yaptırılmıştır (1915).
Büyük Millet Meclisine çağırılanlar yolları bir şekilde M. Kemal ile kesişmiş isimlerdir. Bir kısmı Selânik Manastır taraflarındandır, vekili olduğu vilayeti tanıyanlar vardır. Davetle gelmiş, sandıkla seçilmiş değildirler. Bazıları da eski mebustur, zaten yeminlidirler.
28 Nisan 1920... Ankara mebusu Şemseddin Efendi, yeminle alakalı bir takrir sunar. “Makam-ı Saltanat ve Hilâfeti- Kübra’ya ve vatana sadakate ademiriayetten ve millet tarafından uhdeme tevdi kılınan vazifei mebusiyet ve rekâleti milletin nef’i (menfaati) aleyhine istimalden tevakki (sakınarak) ile vatan ve istiklalimizin tahlis (halas) ve muhafazasına ve memlekette kavanini (kanunlarını) hâkim kılmaya bilâemeli hususi azim ve iman ile çalışmaktan fariğ olmayacağıma (vazgeçmeyeceğime) ve bunların hilafından mücanebet eylemeyeceğime (çekinmeyeceğime) vallahi billahi.”
Başkan bu metni Lâyiha Encümenine havale eder, uzun bulur, kısaltırlar. 10 Temmuz 1920’de hazirun huzurunda okuturlar: “Hilafet ve saltanat ve vatan ve milletin istihlas (kurtuluş) ve istiklalinden başka bir gaye takip etmeyeceğime vallahi.”
29 Ekim 1923’te, “Türkiye Devlet’inin şekli Hükûmet-i Cumhuriyettir” cümlesi ilave edilir.
1924 Anayasası ile Mebuslar Meclise iltihak ettiklerinde şu şekilde tahlif olunurlar (yemin ettirilirler): “Vatan ve milletin saadet ve selâmetine ve milletin bilâkaydüşart hâkimiyetine mugayir bir gaye takip etmiyeceğime ve cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmıyacağıma vallahi!”
1924 Anayasası 2. madde: “Türkiye Devleti’nin dîni, Dîn-i İslâm’dır; resmî dili Türkçedir, makarrı (karar yeri) Ankara şehridir.”
1928’de “dili Türkçe, makarrı Ankara” ifadesi kalır ama “vallahi” kelimesi kaldırılır. Çünkü “artık devletin dini İslam değildir!”
2. madde, 1937 tarih ve 3.115 sayılı Kanun’la tekrar değiştirilir: “Türkiye Devleti; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.”
“Altı ok” parti programında kalmamış, Anayasa’da da yer almıştır. Hattat Mehmed Hulusi Yazgan’ın elinden çıkma “Hâkimiyet Milletindir” tabelası indirilmiş, duvara “Egemenlik Ulusundur” yazılmıştır. Cumhuriyetimiz, Osmanlı İmparatorluğu’nun çok dinli, çok kültürlü, çok kavimli yapısından uzaklaşmakta, ulus devlete doğru kaymaktadır.
Yemin ibaresi külliyen kalkar, artık ant içer saylavlar.
27 Mayıs darbesi sonrası yazılan 1961 Anayasası’nda ant içilmez, söz verilir: “Devletin bağımsızlığını, vatanın ve milletin bütünlüğünü koruyacağıma; Milletin kayıtsız şartsız egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine bağlı kalacağıma ve halkın mutluluğu için çalışacağıma namusum üzerine söz veririm.”
12 Eylül askerî müdahalesi ile hazırlanan 82 Anayasası’nda metin köpürtülür: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
İnsan bir Türkçe öğretmeni bulup da baktırmaz mı iki dakika?
SABRINIZ SINANACAK
Şimdi mezkûr yemini değişik lehçelerden, farklı ses tonlarından ve yaş gruplarından 600 defa dinleyeceksiniz.
En çarpıcı şiire bile iki kere dayanılır, üçüncüsü fazladır, bayar.
Peki diyeceksiniz şimdi, “Birkaç dönem sonra bunlar da kalkmaz mı acaba? Biri okusa, diğerleri katılsa. Ya da ‘Kabul edenler, etmeyenler’ eli kalkan halas olsa. Hatta kendileri bir yemin videosu çektirip getirseler de, insan kaynakları dosyalarına koysa?”
Ama bu sadece bizde değil, Avrupa parlamentolarında da tatbik edilir, hatta inandığı kitap getirilir, dinî bir kisveye bürünür çoğu defa.
Bunu beklemek saflık olur, yani bölücüler bütünlüğümüzü mü savunacak bundan sonra?
Geçmişe bakarsanız da öyle olmamış 10 Temmuz 1920’de “Hilafet ve saltanat” için kürsüye gelen mebuslar, 1924 ve 1928’de yeminlerini, yeminle bozmuşlar.
Üstelik herkesin önünde ve açıkça!
Kefaretlerini verdiler mi acaba?
2022 yılında Avustralya’da Lidia Thorpe adlı genç kadın, Yeşiller listesinden parlamentoya girmeye hak kazanır. Aborjin asıllıdır, İngiliz hâkimiyetine karşıdır. Kürsüye sağ yumruğunu havaya kaldırarak yürür ve Kraliçe II. Elizabeth’e “sömürgeci” der üstüne basa basa.
Meclis Başkanı “ama yemini düzgün okumazsanız senatör olamazsınız” diye ikaz eder kibarca. Lidia tekrar okur ama gülerek, kıkırdayarak, kafasını, gözünü yara yara.
İngiliz siyaseti işte, Meclis Başkanı “Ört unutulsun” taktiği ile ustaca kapatır, kahraman çıkarmaz sistemin karşısına.
1991 seçimlerinde Meclis’e SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) kontenjanından giren Leyla Zana, yemin metnini kuralına göre okur. Kürsüden inerken Kürtçe olarak “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum” der ve ortalık karışır. Bunda pek bir şey yoktur ama kafasına taktığı sarı kırmızı yeşil bandana tavırdır açıkça.
Politikada mağduriyet para eder. Nitekim bölücü oylar tırmanacak, Zana iki dönem daha mebusluk yapacaktır daha sonra.