Cüzzam korkulan bir hastalıktır. Ağır geçen vakalarda saçlar dökülür, burun tabanı çöker, kollarda bacaklarda kabarmalar olur, basil sinir uçlarını tutar, görme ve his kaybı başlar, hatta felce yol açar.
Ateş, hâlsizlik, kas, baş ve boğaz ağrıları vardır, ıstırablıdırlar. Üstüne üstlük baskı altında kalır, aşağılanırlar.
Süheyl Ünver’in çizimi ile Miskinler Tekkesi, Karacaahmet kuytusundadır.
Orta Çağ Avrupalısı siması değişeni lanetli sayar, büyücülükle suçlar, engizisyona düşersen çatır çatır yakar.
İyi de, ya soylu biri hastalanırsa? O zaman iş değişir, şahsı tecrit eder, sır gibi saklarlar.
Çoğu defa vaka kronikleşir, hastanın eli ayağı tutar, ele güne muhtaç olmadan yaşar. Zaten öyle veba gibi yayılmaz, ocakları söndürmez, ardında metruk beldeler bırakmaz.
Hastalığın mikrobu vardır, yakın temasta damlacık enfeksiyonu ile bulaşır. Bakteri çok yavaş çoğalır, inkubasyon süresi (kuluçka) hayli uzundur, belirtileri neden sonra ortaya çıkar. Günümüzde kolayca teşhis edilir, erken müdahale ile atlatılır bi iznillah.
Efendim Tarihçilere sorarsanız cüzzamı Asya’ya Romalılar taşır. Makedonyalılar ise gider geri alırlar.
Haçlı seferlerinde çok sık rastlanır. Yola servet hırsıyla çıkanlar, sıhhatlerinden olurlar.
Orta Çağ Avrupa şehirleri kalın surlarla sarılıdır. Etrafına hendek kazar, su ile doldururlar. Bu durgun havuz yemyeşil yosun tutar, içeni fena bozar.
Kentler karanlık ve kasvetlidir, soğuk girmesin diye pencereleri ufak tutar, yağlı kâğıtla kapatırlar. Güneş girmez, hayal meyal bir ışık sızar. Halk alçak damlı barakalarda domuzlar ve tavuklarla birlikte yaşar. Kedileri uğursuz sayıp katleder, farelere alan açarlar. Su kültürü zayıftır, nadiren yıkanırlar. Lağım ve çöp tertibatı yoktur, gaitayı sokağa bırakırlar.
Yeni Cüzzamhane Toptaşı Medresesi
Osmanlı da hastaları şehir dışına taşır. “Miskinler Tekkesi” (miskinhâne, dergâh-ı mesakin, zâviye-i meczumin) denilen mekânlarda barındırır. Yani bir nevi karantina.
Bu tekkelerden ilki II. Murad Han devrinde Edirne Kirişhâne mevkiinde açılır. Bilahare Bursa, Lefkoşa, Kandiye ve Sakız girer sıraya.
II. Bayezid Kânunnâme-i İhtisâb-ı İstanbul’da “cüzzamlıları şehirde komayalar” yazar. Nitekim Sultan Selim Han Karacaahmet kuytularına bir miskinhane açar (1514). Tekkede iyi beslenir, sık yıkanırlar. Evet henüz antibiyotik bilmezler ama temiz hava, bol gıda ile dirençleri artar. Adam gibi hizmet alır insanca yaşarlar.
Hanım hastalara mavi çarşaf ve şalvar, erkeklere aba elbise, yemeni, mest-pabuç ve takke dağıtırlar.
Tekkede ailelere hususi oda verilir, bekarlara koğuş gösterilir. Camlar, kapılar iç avluya açıktır, dışarı bakmaz.
Yoo hayır yine çiçekten, böcekten kopmazlar. Yabancılarla da göz göze gelmez, ekşi bakışlardan bizar olmazlar.
Her odada ocak ve revak vardır, isteyene hamam açılır. Sabun, leğen, bakraç, maşrapa eli altında.
Bina zamanla yıpranır. II. Mahmud’un hazine vekili Ali Ağa iyice bir onartır, âdeta sil baştan yaptırır. Sultan Abdülmecid döneminde mescidle birlikte elden geçer, sıvanır, boyanır.
Zikrolunan tekkeyi mütevelli deruhte eder. Her sabah Atik Valide Vakfından 40 somun gelir, imaretten de çorba ve pilav gönderilir, haftada en az iki defa zerde çıkar. Et arzulandı mı tahsis edilen hayvanlardan birini keser, kavururlar. Diğer masraflar için tekkenin önüne sadaka taşları dikilir, birisi akçe bıraktığında “Gözcü Dede” içeri haber verir, dua ve âmin sesleri yükselir.
Osmanlı tekke adını bilhassa kullanır ki farkında olsunlar. Hayır sahipleri buyursun, teberruda bulunsunlar.
Eşraftan bile olsa cüzzama yakalananı başıboş bırakmaz, alır getirir yerleştirirler dergâha. Artık oğul uşak, eş dost muhabbetine veda. Ölürseniz arka bahçeye gömülürsünüz, üzerinize kireç atarlar bolca.
Tekke şeyhi hastaları hoş tutar, birlikte zikre otururlar. Zaten dervişmeşreptirler, bekleyecekleri ne kalmıştır şu dünyada? Zamanla alışır, mekâna bağlanırlar.
Aslında miskin tabiri tembeller için değil fukara için kullanılır. Tekke mensupları boş durmaz, kimi zerzevat eker, kimi keçi besler, tavuk bakar...
30 Kasım 1925.
Konya mebusu Refik Koraltan ve beş arkadaşı “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” teklifinde bulunurlar
Tekke gitti, çeşmesi kaldı yadigâr...
İtiraz kimin haddine? Hele bi’ elini kaldırma! Aceleleri neyse apar topar meriyete sokarlar.
Cüzzamhane aslında kliniktir ama adında “tekke” ibaresi olunca...
Kapatılmalı dağıtılmalıdır ivedi kaydıyla.
O günlerde Toptaşı külliyesinde yatan hastalar Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesine taşınır. Dr. Mazhar Osman Karacaahmet’teki cüzzamlıları boşalan binaya alır.
Yıllarca tımarhane, bimarhane olarak kullanılan bu medrese eskisi daha planlıdır. Kadın ve erkek hastalar ayrı koğuşlara alınır. Ancak göz önündedirler, bakışlardan bizar olurlar o eski asude tekkeyi çok ararlar.
Takriben senede 100 yeni hasta kapılarını çalar. Sayı artınca yeni bir lepra pavyonu açılır ama talebi karşılayamaz (1935). Hâlbuki boşaltılan miskinhane diridir daha, pekâlâ işe yarar. Tekke kara listeye alınınca metruk kalır, mekân olur bimekânlara.
Yangın yaşar (1927) zamanla ortadan kalkar.
Hekimlerimizin cüzzam mevzuunda tecrübesi yoktur, hastalardan uzak dururlar. Ancak Mazhar Osman Mısır ve Filistin’e gider incelemeler yapar. O sene Dr. Neşet Halil ile birlikte 20 hastayı tedavi eder, evine yollarlar.
Sonrasını biliyorsunuz Bakırköy sahası içinde Lepra Hastahanesi açılır, vatandaşımız ayni ve nakdî bağışlarda bulunur donatılır itinayla...
Malum Müslümanlar hayır defterimiz kapanmasın diye arkalarında yol, köprü, cami, çeşme, mektep, medrese ve revir bırakırlar.
Emevî Halifesi Velîd bin Abdülmelik Dımaşk’ta bir bîmâristan kurar (707), cüzamlıları ayrı bir binada ağırlar.
Bizde cüzzamlılar asla dışlanmaz, itinayla bakılırlar.
Batı âlemi bunları izler, ancak taklide yanaşmaz. Aileden biri hasta olduğunda sır gibi saklar. I. Henry’nin kızı da cüzzamdan ölür, “şışşşt kimse duymasın ha!”
Bu arada temizliğin önemini anlar, hamamlar açarlar. Ancak işletmeciler içki ve kadın pazarlayınca bu sefer frengi patlar.
Nitekim cüzzamlılar için evler, klinikler açılır. II. Richard, iki hastane birden başlatır Londra’da...
Haşşöle hizaya!