Ömrümüz kapılarda geçer, ev kapısı, iş kapısı, mektep kapısı, devlet kapısı. Hastane, postane, mapushane; kimi dert kapısı...
Bizim kültürümüzde ev mahremdir insanımız kapısını örtülü tutar, penceresine perde asar.
Sabah Allahü tealanın ismi ile çıkar. “Bismillâhi tevekkeltü ala’llâhi lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah!”
Evi Rabbine emanet eder, gider dükkânını açar. Anahtarı kilide takarken dudakları kıpırdar “Allahümme yâ müfettihal ebvâb, iftah lenâ hayral bâb”
“Ey kapıları açan Allah’ım, bize hayır kapısını aç.”
Mescid-i Haram’ın kapıları hudut belirler, müminleri durdurmaz, aksine buyur eder bağrına basar.
Bab-üs selâm, Bab-ün Nebi, Bab-ı Ali ve Bab-ül Abbas adı geçen büyüklerimizin hanelerine bakar.
Kâbe-i Muazzama’nın zeminde tek bir kapısı vardır. Kureyşliler yeniden inşa ederken, 4 zirâ kadar yükseğe taşır, gerektiğinde merdiven kullanırlar.
Mescid-i Nebî ise 3 kapılıdır. Batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubî.
Kıble Kudüs’ten Kâbe’ye çevrilince güney kapısını kapar, kuzeye başka kapı açarlar.
Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Mescid-i Nebî’nin etrafında evi bulunan Sahâbeler ön kapılarını günlük işlerinde kullanır, arka kapılarından namaza koşarlar. Bilahare Hazret-i Ebubekir (Bâb-üs-Sıddîk) haricindekiler arka kapılarını kapar, mescide ana kapılardan dâhil olurlar. Bâb-ı Rabta’yı kadınlara ayırırlar.
Günümüzde Mescid-i Nebevi milyonları ağırlar, 41 ana kapısından oluk oluk insan akar.
Gelelim Mescid-i Aksa’ya. O ne sadece Kıble Mescidi, ne Kubbetü’s Sahra, ne Burak Mescidi, ne Mervan Mescidi, ne Câmiu’l-Megaribedir ne de Mescid-i Nisa. 144 dönümlük alanın tamamıdır ki mektep, medrese, dar-ül hadis ve dar-ül kurralar vardır sıra sıra... 34 kule ve 7 ana kapıya sahiptir. Bâbu’l-Amûd, Bâbu’l-Halîl, Bâbu’l-Meğâribe, Bâbu’l-Esbât, Bâbu’s-Sahire, Bâbu’n-Nebî Dâvûd ve Bâbu Meryem açıktır Müslümanlara.
Roma ve Bizans’ta şehir kapıları alımlıdırlar (Antalya Hadrian Kapısı gibi) muhafızlar gireni çıkanı durdurur hesap sorarlar. Niye geldin? Ne istiyorsun? Kimin var burada?
Devlet gücünü gösterir, ilk intiba mühim derler ya.
Şehir kapıları umumiyetle müteveccih oldukları beldenin adını alır. Erzurumlular Tebriz Kapı’dan İran istikametine çıkar. Erzincan Kapı, Kavak Kapı, Kars Kapı, İstanbul Kapı, Gürcü Kapı zikrolunan yönlere bakar.
İstanbul’da öyle… Silivri Kapı Silivri’ye, Edirnekapı, Edirne’ye, Belgradkapı Sırbistan’a...
Mevlâna Kapı Yenikapı Mevlevihanesine açılır, Azapkapı Tersane yanındaki Azebler Kışlasına.
Yedikule’deki Porto Aurea’nın (Altın kapı) yeri ayrıdır, sefirler burada karşılanır, Mese Caddesi’nden Ayasofya’ya.
İstanbul Türklere aylarca direnir, nihayet Eğrikapı eğilir, Topkapı yol olur fetih ordusuna.
Cibalı adını Cebe Ali Bey’den, Ahırkapı ise ünlü fenerden alır, saray gemileri deryaya buradan açılır. Yine Kadırga’da limana bakan bir kapı vardır.
Surlar 1532 zelzelesinde hayli hasar alır, bilseniz neler gelir Çatladıkapı’nın başına?
Sulukule kapıdan ziyade Lykos Deresi’ne yol veren bir mazgaldır, Langa Deresi de adını taşıyan aralıktan Marmara’ya taşınır.
Narlıkapı, Bahçekapı, Çarşıkapı, Kumkapı ve Yenikapı’nın adları yadigâr kalır.
Aya Kapı bizim Bab-ı Âli gibi yüksek kapı demektir ama vatandaş “ayakkabı” okur manası hilafına.
Kapılar gün doğarken açılır, batarken kapanır, gece nöbetçi sayısı artar, sürgüler, payandalar...
Osmanlı ile şehir büyür surların dışına taşar, kapıların ehemmiyeti kalmaz. Bab-ı Hümayun, Bab-ı Meşihat dendiğinde makam gelir akla.
Ecdat evini ahşaptan kerpiçten yapar, eşiğe iyi kötü bir şeyler çakar.
Gelgelelim cami medrese gibi vakıf eserlerine taç kapı yakıştırırlar. Kanatları abanoz ağacından yapar, ince ince oyar, sedef kakarlar. Yekpare gibi görünseler de ufak tefek tahtaların geçmesiyle şekillenirler aslında. Buna kündekâri derler, parçacıklar çalıştığı için kapı asla eğilmez, bükülmez, çatlamaz asırlara dayanır. Edirneliler eski caminin yazısını, Selimiye’nin yapısını, Üçşerefeli’nin kapısını makbul tutar.
Üçşerefeli hakikaten çığır açacak, Bayezid, Süleymaniye, Sultanahmed gibi selatin camilerini takacaktır ardına.
Türk evleri genellikle iki katlıdır, mahremiyet önde tutulduğu için zemin katın sokağa bakan yüzü sağırdır, ya odunluk yapılır, ya ambar.
Tokmak vuruldu mu çat diye kapı açmaz gelene önce kafesten bakarlar.
Ev bahçeli ise avlu kapısı çalışır. Ekseri ipi vardır, çekersin dili kalkar, girersin rahatça. Ev sahibi kilidin şakırtısını, menteşe gıcırtısını, çıngırak şıngırtısını duyar konukları karşılar.
Asabi köpeklere şamatacı kazlara “hışşt” der parmak sallar.
Bazı ustalar sokağa açılan kapının üstüne allı morlu camlar koyar ya da vitrayla donatır elvan elvan ışık serperler sofaya.
Rum evlerinin eşiği yüksektedir, üç beş basamakla sahanlığa çıkılır. Meraklısı korkuluklarla çevirir balkona benzetir âdeta.
Gayrimüslimler kapılarda sac levha ve demir döküm kullanır, tokmaklar hanım eli şeklinde yapılır.
Savaş yıllarındaki yokluk kıtlıktan kapılar da payını alır. Bırakın kemerleri sütunları, kaliteli ahşap ve mahir usta bulunmaz.
Cumhuriyetle çizgiler iyice sığlaşır, kontrplak, sunta ve buzlucam girer hayatımıza.
Zaten kilit dostadır, düşman kırar döker, kapı dediğin bi tekmeye bakar icabında.
Derken apartman hayatı başlar. Misafir aşağıdan zil çalar, evsahibi yukarıdan otomatla açar. Zile basıp kaçsak? Tıfıllara eğlence çıkar.
Otomatlar sık bozulur, çocuklar anahtar taşımaz, sokak kapısının camını alttan el sığacak kadar kırar, zinciri çeker, kilidi açarlar.
Daire kapıları uyduruktur pervaza oturmaz, ses, ışık içeride ne varsa sızar. Kimde ne pişti bilirsiniz, helva kavruldu mu, balık kızardı mı, lahana kaynadı mı bütün merdiven kokar.
Eğer devlet kapısında bir yer kaptıysan yaşadın, velev ki odacılık olsun aldırma. Çoğu defa unutulursun bir kenarda, olmadı münhal bir köşe tutar, elektrik ocağında çay demler içersin sabahtan akşama. İşini kendin bile bilmezsin, müdür geçerken ayağa kalkar, düğmeni iliklersin o kadar.
Devletlülerin çıtaları ızgaraları nikelajlı siyah otomobilleri olur, yaylana yaylana gelir, vekâletin, vilayetin, idarenin (neyse o) önünde dururlar. Amcam bekler, elini kulpa atmaz. Şoför soldan inip sağa koşar, kapıyı açar, hademe bahçıvan topuk bitiştirir hazırolda. Haşmetmaap çantasını verir, kırmızı halılar üstünde yürür, çaycısı, sekreteri, kalemi teyakkuzda. Otomobilin motoru gün boyu çalışır, her daim azimete hazırdır. Yazın serin, kışın sıcak olmalıdır, beyfendinin sıhhati açısından.
Bunlar vatandaşla muhatap olmaz, randevu bile lütfetmez sana bana.
Düşünün okul müdürü için bile ayrı kapı yapılır, sabah tek başına girer, dooru odasına. Radyo dinler, gazete okur, misafir ağırlar, ne etfale, muallime bulaşır ne hudemaya...
Muavin Bey imzalanacak dosyaları üst üste koyar, kapıyı çalar, “giiir!” buyurur mermer kaideden Scrikss’i çeker paraf atar baştan savarcasına.
Cennetin sekiz kapısı vardır: Salat, Cihad, Reyyan, Sadaka, Hac, Af, Eymen ve Zikir-İlim.
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyururlar ki: “Kim Allah yolunda, malından iki şey harcarsa, cennetin kapılarından ‘Allah’ın kulu! Burası güzeldir, girin’ diye çağrılırlar. Namaz ehli olanlar Salat kapısından çağrılır. Cihad ehli olanlar Cihad kapısından. Oruç ehli olanlar Reyyan (su içip kanan) kapısından çağrılır. Sadaka ehli olanlar Sadaka kapısından.”
Hazret-i Ebu Bekir sorar “Ey Allah’ın Resulü! Anam, babam sana feda olsun, bu kapıların hepsinden çağrılacak kimse var mıdır?”
-Evet, ümit ediyorum ki, sen onlardansın!
Bağdat, Samarra ve Rakka gibi şehirler sonradan inşa edilir. Mimara alan bırakırlar.
Müslümanlar yeni kurdukları şehirleri dairevi yapar, hem müdafaası kolaydır, hem göz okşar.
Çevresine derin bir hendek kazar, ya da nehrin yatağını değiştirir surları sardırırlar.
Timsahlar mı dediniz yok canım o kadar da abartılmaz. Dostlar geldi mi köprüyü indirir kafileyi içeri alırlar. Kaçaklar kolay sızamaz.
Haydi hendeği aştın diyelim iç içe surlar çıkar karşına. Öyle pat diye şehre giremezsin, seni galerilerde gezdirir, dehlizlerde turlatırlar.
Hatîb el-Bağdâdî’ye göre koridorlar taş döşeli avluya (er-rahbe) çıkar. Ziyaretçi çatısı pişmiş tuğla ve kireç taşı ile örülmüş büyük takların (ettâkatü’l-kübrâ) altından geçtikten sonra vasıl olur saray ile ulu caminin bulunduğu meydana.
Büyük dehliz (dihlîzün azîm) yine tuğla ve kireçten inşa edilmiştir, kapısı demir ve tunçtan, üzerinde iri iri perçinler ince ince yazılar. (Ya‘kubî).
Dihlîzü’l-medîneye daldın mı kendini arastada bulursun bir anda (İbnü’l Fakih) mekân loştur, güneş hüzmeleri çizgi çizgi düşer, yer yer bir halının kızılını parlatırlar. Çarşıda o yeknesak uğultu kopar, kuytuları ıtır baharat kokar.
Saray yanında; Beytülmal, Hazinetü’s-silâh, Matbahu’l-âmme, Dîvânü’r-resâil, Dîvânü’l-harâc, Dîvânü’l-hâtem, Dîvânü’l-cünd, Dîvânü’l-ahşem ve Dîvânü’n-nafakat sıralanırlar.
Dış sur üzerindeki kapılar kulelerle korunur. Bazıları 50 zirâ irtifaındadır, külahları altın varakla kaplanır. Geceleri teraslarında şerbetli yemişli sohbetlere otururlar.
Sayın öZFATURA, sadece teşekkkür edebiliyorum.