Şam’a tarihî yürüyüş…

A -
A +

Tarihin en kanlı ve en zalim rejimlerinden biri, artık son demlerini yaşıyor… 1963’lerde mezhepçilik temeli üzerine inşa edilen, 1970 yılından beri milyonlarca insanın kanıyla beslenerek süren rejim çöküyor.

 

 

Evet, zalimlikte babasıyla yarışan Beşar Esad, döktüğü kanların içinde boğuluyor nihayet… Babasının otuz sene içinde katlettiği on binlerce insanın ahı yerdeyken; Beşar, on dört sene zarfında yüz binlerce kişiyi hunharca öldürerek onu katbekat geride bıraktı. Velakin bir hususu hemen hatırlatalım: Oğul Esad’ın bu derece zulüm ve katliam yapması salt kendi gücüyle olmadı. Amerika-İngiltere; daha doğrusu bütün Avrupa, Rusya ve elbette İran, şeksiz şüphesiz bu zulmün ortağıdır!.. 1963 darbesiyle birlikte, Baas Partisinin Suriye yönetimi içinde güç kazanmaya başlaması (Kurulan Ulusal Devrim Komuta Konseyi ‘UDDK’ 12 Baasçı ve 8 Nasırcı üyeye sahipti. Daha sonraki yıllarda Nasırcılar tasfiye edilecekti…) bir dönüm noktası oldu. Bu tarihlerden itibaren ordu içinde Nusayri (Arap Alevisi), İsmailî ve Dürzi (toplam nüfusun yalnızca yüzde 12’si) bilhassa ordunun kritik mevkilerine yerleştirildi ve ahalinin yüzde 74’ünü teşkil eden Sünnîler, zaman içinde tamamen etkisiz hâle getirildi. Buna karşı reaksiyion gösteren Sünnî kesime karşı, korkunç bir baskı ve sindirme politikası izlendi. Mesela 1964’te Hama şehrinde Şeyh Mahmud Hadid öncülüğünde kopan isyan, çok kanlı şekilde bastırıldı… Hama şehri daha sonra 1982’de tekrar böyle bir kalkışma dolayısıyla yakılıp yıkıldı ve yirmi altı gün içinde en az kırk bin kişi katledildi. İşte o Hama şehri (Ki, ülkenin dördüncü büyük kentidir), üç gün önce muhalifler tarafından sınırlı diyebileceğimiz bir çatışma neticesinde ele geçirildi. Hama başta askerî varlık olmak üzere, çeşitli bakımlardan çok stratejik bir şehir. Hama’dan sonra muhaliflerin hedef alıp ele geçirdiği Humus da benzer şekilde büyük öneme sahip.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün cuma namazı çıkışında ifade ettiği üzere, muhaliflerin bu tarihî yürüyüşünün hedefi nihai olarak Başşehir Şam… Temenni edelim ki, Şam’a ilerleyiş de, kan dökülmeden ve daha fazla insan hayatını kaybetmeden suhuletle mümkün olabilsin. Ancak bunun kolay olmadığı da açık bir gerçek! 2011 sonrası dönemde, emperyalist küresel ve bölgesel güçlerin, yıkımında büyük rol oynadığı Suriye’nin; hiç olmazsa bundan böyle yaralarını sararak kendi hâlinde yoluna devam etmesi için, bugüne kadarki sinsi politikaların son bulması şart. Gelgelelim bu nasıl olacak? Bakar mısınız, İran ve onun uydusu Lübnan Hizbullah’ı, Suriye’deki muhalifleri terörist ilan edip, ABD ve İsrail güdümünde hareket etmekle itham ediyor. Suriye ile sınırı bile olmayan bu İran’ın gerçek derdinin ne olduğu gayet aşikâr… Şiî yayılmacılığında, Suriye’deki Baas rejiminin belkemiği olan Nusayriliği (Gulat-ı Şia) büyük bir avantaj olarak kullanıyor. 2012’den sonra, İran devletinin kendi ülkesinden getirip Suriye’nin kritik bölgelerine (Bunların başında Halep geliyor…) yerleştirdiği Şiî nüfus miktarı ürkütücü boyutta! İran, son günlerde muhaliflerin yaptığı bu hızlı ve etkili çıkıştan fena hâlde rahatsız ve çok küstah şekilde bu gelişmelerden dolayı Türkiye’yi suçlamaya kalkışıyor… İran Dışişleri Bakanı Erakçi, telaş içinde Ankara’ya gelip bu minvaldeki görüşlerini tekrar etti. Ama Hakan Fidan’dan da gerekli cevabı aldı. Evet, İran, muhalefetin rejimi temellerinden sarsması karşısında çok ama çok rahatsız. Lakin yapabileceği şeyler sınırlı… Çünkü İran kendi içinde büyük problemlerle boğuştuğu gibi, ABD ve İsrail’in baskıları yüzünden kesinlikle bunalmış vaziyette. Dememiz o ki, İran Suriye’de artık eskisi gibi güç gösteremeyecek. Tabii bu demek değildir ki, Suriye’yi karıştırma hedefinden vazgeçecek!..

 

İran gibi Rusya da, başta Ukrayna savaşının getirdiği problemler ve ekonomik sıkıntılar olmak üzere, her yönüyle zorluklar yaşıyor. Yani Rusya da geçmişte olduğu kadar Suriye’ye kaynak ayıramaz ve ilave askerî yük altına girmeyi tercih etmek istemez… Fakat Rusya, Suriye’de kazanmış olduğu avantajları sonuna kadar korumak için elinden geleni yapacaktır… Suriye halkı, elan silahlı muhalifler öncülüğünde kanlı rejimin düşüşünü dört gözle bekliyor. Bugüne kadar, Suriye halkına kendi kendini yönetme fırsatı verilmedi. 1946 yılında (Son yabancı askerlerin çekildiği tarih) ancak tam bağımsız denilebilecek konuma gelen Suriye, 1949’da başlayan darbeler devriyle bugüne kadar, hep siyasi çalkantı içinde debelendi ve diktatörlerin zulmü altında hayat sürmek zorunda kaldı. Suriye halkının ödediği bedeller çok ama çok büyük. İnşallah bu mazlum halk, geçmişte maruz kaldığı acı ve elemlerden doğru dersler çıkararak doğru bir anlayış içinde, evleviyetle zalim rejimin ortadan kaldırılmasında başarılı olur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “kazasız belasız şekilde tamamlanması” için niyazda bulunduğu bu tarihî yürüyüş, şayet küresel güçlerin tasallutu ile rayından çıkarılmazsa, hayırlı neticeler getirebilir. Fakat bu çok zor! Amerika ve İsrail’in Suriye sahasında ne gibi atraksiyonlara kalkışacağını tahmin etmek zor değil. Zira hâlihazırda her ikisi de Suriye’nin toprağını işgal ve ilhak etmenin yanında, yeni bir garnizon terör devletçiği kurmaya çalışıyor. Dolayısıyla Suriye için en tehlikeli saldırıların adresi belli. Ne var ki, Suriye’ye musallat olan güçler sayıca çok fazla. Bunlar içinde bazı Körfez ülkeleri de var tabii… O yüzden Suriye halkının işi hakikaten çok zor. Suriye’nin birlik ve bütünlüğünü samimi olarak isteyen ve destekleyen yegâne ülke Türkiye’dir. Suriyelilerin kahir ekseriyeti bu gerçeği biliyor. Bu da önemli bir husus...

 

 

 

İsmail Kapan'ın önceki yazıları...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.