Doların yükselmesiyle birlikte, okuyuculardan gelen sorular ve değerlendirmeler de nitelik değiştirdi. İsterseniz bazı örnekler verelim. Sabahın erken saatlerinde bir telefon: "Abi, dolar ne olur? Ev almak istiyorum. Dolarımı ne zaman satayım?" "Dalgalı kur..." diye söze başlıyorum, sözümü kesiyor ve "Dolar nereye gidiyor, sen onu söyle!" diyor. Biraz da sinirlenerek, "bil-mi-yo-rum!" diyorum, ama yakayı kurtaramıyorum. "Sen kendin bilmesen de, bilenleri bilirsin be abi. Finans ve bankacılık sektöründe çalışan arkadaşlarına sorabilirsin!" diye yol gösterenler de var. "Dükkanımı kiraya vereceğim. Dolar mi isteyeyim, yoksa euro mu?" Bir tanesi daha ilginç: "Dolar ve euro bazında borcum var. Ne zaman ödememi önerirsiniz? Döviz düşer mi?" Soruya cevaben, "Ne zaman ödeyeceğini, alacaklıya sorabilirsin" diyorum, telefonu yüzüme kapatıyor. Bu arada, bir dizi parlak öneri alıyorum. İşte bazıları: "Dövizi yasaklamak lâzım. Onlarınki para da, bizimki değil mi?" "Dolar enflasyon kadar artsa, biz de önümüzü görsek, daha iyi olmaz mı?" Bir tanesi çok ilginç: "Derslerinizde, dolar yükselebilir, demişsiniz. Bunu neden yazmadınız?" Bunu işitince, pes dedim. Bazı bankalarımızın bilançolarında aldıkları pozisyonlara bağlı olarak ve vadesi yaklaşan takas kâğıtları dolayısıyla döviz talebi artabilir demiştim. Masum bir tahmin, hepsi bu kadar. Derslerde söylenen her şeyin köşeye taşınması gerekmiyor. Kaldı ki, dövizdeki artışı sadece bu faktöre bağlamak doğru değil. ...Ve daha neler, neler Bir kere daha anladım ki, hurafe ve masalın her zaman müşterisi var. Hurafe arzı ile, hurafe talebinin eşit olduğu noktada hurafenin fiyatı belirleniyor. Hurafelerin bedeli, yani fiyatı ise hiç değişmiyor: Tam bir hayal kırıklığı. Hurafe piyasası her zaman olduğu gibi medya tarafından oluşturuluyor. Sorulanları ve kafaları tırmalayanları özetlemek gerekirse, şöyle diyebiliriz: Dolar düşer mi? Düşerse, ne kadar düşer? Yükselir mi? Yükselirse, ne kadar yükselir? Daha da önemlisi piyasalarda esen rüzgâr geçici mi, yoksa yaklaşmakta olan bir fırtınanın habercisi mi? Bu köşede yayınlanan ilk yazımızda da altını çizdiğimiz gibi, portföy yöneticiliği bizim işimiz değil. Yatırımcının, "al, tut, sat, likit kal" gibi kararlarına rehberlik etmek gibi bir amacımız yok. Ne var ki, piyasalarda esen rüzgârı, yaklaşmakta olan bir depremin öncü sarsıntıları biçiminde değerlendirmenin gerçekçi olmadığını düşünüyorum. Portföy önermek gerekse ne yapardım? "Bütün yumurtaları aynı sepete koymama, riski dağıtma ilkesi"ni de dikkate alarak, okuyuculara, belli vadeler itibariyle "düşük riskli", "orta riskli" ve "yüksek riskli" alternatif yatırım sepetleri önerir, vade sonunda sepetlerimle yüzleşirdim. Sepetlerde, döviz, yatırım fonu (A ve B tipi fonlar), hazine bonosu, tahvil gibi çeşitli enstrümanlara farklı ağırlıklar itibariyle yer verirdim. Ağırlıkların, değişen ekonomik, finansal gelişmelere ve beklentilere göre, sürekli olarak revize edilmesi gerektiğini de hatırlatalım. Havayı koklamak ve görüşümüzü almak için bizi arayanların çok büyük bir bölümünün, farklı düzeyde risk içeren yatırım sepetlerine hiç ilgi duymayacaklarını da adım gibi biliyorum. Peki, onlar ne istiyor? Bir okuyucu, şöyle bir talepte bulunuyordu: "Dolar yükselmeden iki-üç gün kadar önce, bana cepten bir alo dersen çok sevinirim ?" ..... Beklenti, bu. Bendeniz, böyle beklentileri karşılamaktan aciz olduğumu bir kere daha ifade etmek isterim. Şimdilik, bu kadar.