1990'lı yılların başları.. Bir öğretim üyesi, dönemin başbakanına kapsamlı bir rapor sunar. Raporda, ülkedeki sosyal sınıflardan dem vurur. Dahası, "anayasal devlet" ile "anayasalı devlet" arasındaki farka dikkat çeker. Bir takım resmi tabuları, tartaklamak ve sorgulamak cüretinde bulunur. Gün gelir, beklenen görüşme gerçekleşir. Başbakan, sinirli bir tavırla elini ceketinin iç cebine atar. Anayasa'yı uzatırken, kendince taşı gediğine koyar: -Bak bakalım, bunun içinde "sosyal sınıflar" yazıyor mu? Senin kafandakiler burada var mı? *** Hani derler ya, "Ben şimdi bunun neresini düzelteyim?", aynen öyle.. Yukarıdaki anekdotu neden mi hatırladım? Şimdilerde "demokratik açılım" tartışılıyor. Sormak durumundayız: - Anayasa'da "demokratik açılım" yazıyor mu? -Yazmıyor! Yazmaz da.. Bendeniz merak ediyorum: -Demokratik açılım, Anayasa'ya takılır mı? Hiç şüpheniz olmasın, takılır! Demokratik açılımın anayasal çerçevesini çizmek ve kırmızı çizgileri yeniden tanımlamak ve yapılandırmak, çok sancılı, bol engebeli bir süreç. Bir ülkede, insanların bir kısmı "siyaset dışı" bir kısmı da "piyasa dışı" ise demokratikleşmenin sarsıntısız bir biçimde yol almasını bekleyemezsiniz. Anayasalar, yapıldığı dönemin güç dengelerini yansıtır. Demokrasiyi iplemeyen rejimlerde, anayasayı kotaran egemenlerin amacı, ne pahasına olursa olsun, müesses nizamı deldirmemektir. Yaptıkları ortadadır. Akan sular için akıllıca kanallar açmak varken, seller önünde yıkılabilecek duvarlar örmek onların şiarıdır. Deyim yerindeyse, "anayasa barikatçılığı" konusunda uzmanlaşmışlardır. *** Şunu da unutmayalım: Her türlü problemin çözümünü anayasalarda aramak yanlıştır. İnsanları, tüm aptallıklarına ya da kurnazlıklarına rağmen mutlu kılabilecek mükemmel bir anayasa inşa edilemez. Değişen şartlar karşısında, onları akıllı olmak zorunluluğundan kurtaracak, her derde deva bir anayasa yapılamaz. Tarih böyle söylüyor. *** Gelelim vatandaşa.. Vatandaş ne diyor? Vatandaş kendini kazıklanmış gibi hissediyor; demokratik olduğu söylenen açılım, bu güne kadar neden yapılmadı, diye sızlanıyor. Cevap belli: Şimdiye kadar "görülen lüzum üzerine" ertelendi, şimdi ise "görülen lüzum üzerine", yani dış dinamiklerin zorlamasıyla yapılıyor. Ne diyelim? Her şeyin bir zamanı var. Vatandaş haklı, fakat alacağı yok! Mesele bundan ibaret.