Şehirlerarası otobüs terminallerinde, "Ankara, Ankara, Ankara..." diye bağırıyorlar, ama yazının başlığı başka bir kavramı çağrıştırıyor. Tam düşündüğünüz gibi, yani "Para, para, para..." Her nedense, Türkiye'de "güç ve para" kazanmak isteyen herkesin aklına hemen Başkent geliyor. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, "güç ve para" ilişkisi tam bir "...yumurta-tavuk-yumurta..." problemidir. Geçenlerde bir kere daha bunları düşündüm. Türkiye'de birçok büyük şirketin yönetim kurulunda, çeşitli kostümlerle ve misyonlarla Ankara (fiili mevzuat) oturuyor. Bundan yirmi sene kadar önce okuduğum bir makaleyi hatırlıyorum. Bir akademisyen tarafından kaleme alınan makale, üç tane seçkin Türk işadamı ve sanayicinin (şimdi hayatta değiller) vaktiyle şirketlerini tanıtmak için kaleme aldıkları ya da aldırdıkları kitaplarla, ünlü ABD'li yönetici Lee Iacocca'nın bir kitabını mukayese ediyor. Iacocca, Ford ve Chrysler gibi ünlü şirketlerde CEO ve Başkan olarak hizmet vermiş. Öncelikle şunu belirtelim ki, Türk müteşebbislerin kitapları, çok ustaca kaleme alınmış ve son derece profesyonel bir halkla ilişkiler faaliyetinin ürünü. Özetlemek gerekirse, aklımda kaldığı kadarıyla, makalede şu tespitler yer alıyordu: * Türk işadamlarının kitaplarında, şirket, topluma hizmet için kurulmuş bir vakıf gibi tanımlanıyor. * Şirketlerin başarı öyküleri çok büyük ölçüde, Ankara'daki bürokrasinin labirentlerinde doğru yol alma becerisine bağlanmış. Ankara, başarıyı ya da başarısızlığı belirleyen çok kritik bir parametre. * Kapitalizmin temel kurumları bizim şirketleri tanıtan kitaplarda çok fazla yer almıyor. * Risk, kâr, piyasa dalgalanmaları, verimlilik, uluslararası rekabet, teknolojik gelişmeler bizi çok fazla ilgilendirmiyor. * Şirketlerin istihdama yaptıkları katkı sık sık dile getiriliyor. Iacocca'nın kitabında ise tamamen başka bir hikâye anlatılıyor: * Kapitalizmin temel kurumları kitabın tamamına damgasını vurmuş durumda. * Rekabet, verimlilik, teknolojik gelişmeler ve çağdaş yönetim teknikleri kitabın ana temasını oluşturuyor. * Katma değer üretmek ve rekabet ortamında ayakta kalabilmenin yolları tartışılıyor. Farklı kültürlerden ve tarihsel geçmişten beslenen şirketlerin aynı vurguları yapmalarını beklemek saflık olur, ama üç kitapta da Ankara'nın etkisi çok belirgin bir biçimde ortaya çıkıyor. Türk müteşebbislerin kitapları 1980 öncesi Türkiye'nin izlerini taşıyor. Bugün yazmış ya da yazdırmış olsalar, içerik itibariyle herhalde Lee Iacocca'nın kitabıyla daha fazla ortak tarafları olurdu. Örneklemek gerekirse, bilgi toplumundan küreselleşmeden, uluslararası rekabetten, çağdaş yönetim tekniklerinden daha fazla dem vururlardı. Bütün bunları küreselleşmenin dayattığı yeni bir gündem olarak da algılamak mümkün. Ankara, iş alemine yıllarca şu mesajı verdi: "Siyaseti finanse edersen, siyaset de seni finanse eder. İstersen ortak da olabiliriz!" Terazi kendini tartamazmış, ama Ankara'nın, Ankara'dan değişmesi gerekiyor. Ekonominin aktörleri, Ankara'yı gücün ve paranın kaynağı olarak görmekten vazgeçmeli. "Devlet bize destek olsun. Devlet bize köstek olmasın. Devlet bize kötek atmasın.." muhabbetinden sıyrılmak zorundayız. Bir işadamı, bir reklam spotundan kinaye şöyle diyor: * "Böyle piyasa ekonomisi olur mu, sayın abim?" * "Maçın skoru önceden belli be, sayın abim!" Haksız mı?