Ne adamdı! Aile büyüklerimizden, vatan ve millet sevgisi ile meşbu bir zat vardı. Oturaklı bir adamdı. Kendileri, İttihat ve Terakki'nin A Takımı'na mensup, iflah olmaz bir Demokrat Parti ve Menderes muhalifi idiler; hem de, 'Onun ipini ben çekerim, ben!' diyebilecek kadar. Menderes asıldığında, mensup olduğu ailenin bazı fertleri ağlarken, o, evine bayrak asmıştı. Radyoda yayınlanan Yassı Ada programını zevkle dinler, adalet tecelli ediyor diye sevinirdi. Ne de olsa, 'infazdan sonra hüküm yazan...' bir gelenekten geliyordu. Akis dergisini elinden hiç düşürmez, bu dergide yazılanları yüksek sesle okuyarak, Demokrat Parti'li yakınlarını taciz ederdi. Akis dergisinden öğrendiğine göre, Menderes, onun gibi düşünenlerin sadece hürriyetini değil, zürriyetini de ortadan kaldıracaktı. Belki de bu sebeple, "müzmin bekâr" olmayı tercih etmişti! Akbaba dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç'a ait olduğunu sandığım, "Adnan Bey'in arkasında Terzi İzzet'in ceketi var; İsmet Paşa'nın arkasında ise devlet ve millet var" gibi kinayeli cümleleri tekrarlamaktan zevk alırdı. 1960 darbesi ve sonrasında yaşananlar, maalesef bu sözü doğruladı. Başbakan Adnan Menderes, tutuklandığı zaman sadece ceketi ile baş başa kalmıştı. Nasır yapıyor! Yenice sigarası tüttürür, Kulüp Rakısı içerdi. Borsalino marka, İtalyan malı fötr şapka giyer, yürürken, ayakkabıları 'gırç gırç' diye ses çıkarırdı. Devletçi idi, ama her nedense, Sümerbank ayakkabısı giymezdi, giyemezdi; o bir elit idi. Niçin Sümerbank ayakkabısı giymediğini soranlara, 'nasır yapıyor ' derdi, ama bazı ideolojilerin kafalarda 'nasır' yapabileceğini hatırına getirmezdi. Kadro, Akbaba, Akis, ve daha sonra da Yön dergisi, hararetle okuduğu mevkute arasındaydı. Komitacı dedelerinin giydiği türden, körüklü çizmeleri çok sevdiğini zaman zaman dile getirirdi. Çizme, onun kafasında, otoritenin ve disiplinin simgesiydi. Bay Dinozor, ülkedeki müesses nizamın ne olduğunu ve nerelerde temerküz ettiğini çok iyi bilirdi. İç ve dış düşmanlar belliydi, bize düşen bunlarla mücadele etmekti. Ne var ki, müesses nizamın sürdürülebilirliği konusunda hiç kafa yormazdı. Onun kafasındaki Batı, 1930'ların Batı'sıydı. Silifke'nin domatesi İşbu zat-ı muhterem, ekonomik konularda fevkalade 'Fransız' idi. 'Tek Parti'li yılların iktisat politikasının köşe taşlarını oluşturan, Milli Korunma Kanunu, Varlık Vergisi Kanunu ve Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu gibi düzenlemeleri, hararetle desteklerdi. TL'nin değerini korumak, onun için bir namus ve şeref meselesi idi. TL'nin tenezzülüne asla müsaade edilemezdi. Onun kafasındaki ekonominin bir bölümü, istifçi, vurguncu, karaborsacı gibi sıfatlarla tanımladığı hususi teşebbüsten, diğer bölümü de, devlet müteşebbisliğini simgeleyen kamu iktisadi kuruluşlarından oluşuyordu. Fiyat mekanizmasının tamamen pasif uyum gösteren bir değişken olduğunu, fiyatların emir komuta zinciri altında yönetilebileceğini vehmederdi. Domatesin fiyatı da dahil olmak üzere, tüm fiyatlar, Ankara'dan belirlenebilirdi. Bilindiği gibi, Silifke'nin domatesini 1970'li yılların başında, Bülent Ecevit meşhur etmişti. Bir seçim kampanyasında, Silifke'de yetişen domatesin, İstanbul'da satılan domatesten çok daha ucuz olmasının kabul edilemeyeceğini vurgulamıştı. (Besim Tibuk, böyle düşünenleri, domates almak için Silifke'ye gönderiyor!) Sallandıracaksın... Bay Dinozor'un dünya görüşü ve iktisat felsefesi, savaş döneminin nutuklarının izlerini taşırdı. Milli Şef İsmet İnönü, sadece bir devlet adamı değil, aynı zamanda büyük bir iktisatçıydı. İsmet İnönü'nün, Recep Peker'in ve Şükrü Saraçoğlu'nun, CHP kurultaylarında yaptıkları konuşmaları ezbere bilirdi. İsmet İnönü, TBMM'nin yeni toplantı dönemini açarken Kasım 1942'de demişti ki: "Bulanık zamanı, bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metaı (malı) yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar. Büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymağa çalışmaktadırlar.Üç, beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikar olan zararlarını gidermek yolu elbette vardır." (*) Ona göre, tüm esnaf ve tüccar potansiyel bir muhtekir (karaborsacı) idi. Siyah zeytinin fiyatında ortaya çıkan bir artışı, hiddet ve tedirginlikle karşılar; çözüm olarak, birkaç kişinin asılmasını teklif ederdi. "Sallandır birkaç kişiyi bak bakalım zam yapabilirler mi?" diyerek enflasyon problemini jakoben bir biçimde çözümlerdi. Böylece, celladın ipi, bir iktisat politikası olarak da kullanılabilirdi. Nasıl olsa, onun tabiriyle, "ipi çingeneye çektirirler"di. Ne kendi etti rahat... Bir gün ansızın öldü! Menderes'in ipini çekemeden... "Ne kendi etti rahat, ne âleme verdi huzur..." dediler arkasından. Ve ilave ettiler: Yıkıldı gitti cihandan, dayansın ehli kubur... ..... (*) TBMM'de yapılan konuşma,1 Kasım 1942