Breh, breh, breh..." Basınımızın kıdemlileri, taaccüplerini ve teessüflerini zaptetmekte güçlük çektiklerinde ya da birilerini hırpalamak istediklerinde, yazılarına böyle başlarlar. Yazıya böyle girebilmeniz için en azından "basın şeref kartı hamili" olmanız lâzım; aksi takdirde ayıplanırsınız. Bizim, böylesine çalımlı ve tafralı bir giriş yapma lüksümüz hiç olmadı. Bu tabirin Rumeli kökenli olduğunu zannediyorum. Birisi Prizren'li, diğeri Saray Bosna'lı olmak üzere, rahmetli dedelerim de, hayranlıklarını ve hayretlerini gizleyemediklerinde "breh breh breh..." diye tepki verirlerdi. Hatırladığım kadarıyla, mesela Kurban Bayramı öncesinde, semiz bir koç gördüklerinde "breh, breh, breh..." diye hayranlıklarını ifade ederlerdi. Tekne ve pusula... Sembol tokuşturmaya bayılıyoruz. Ek Protokol'e ilişkin verilen beyanatlar ve yazılanlar, gerçekten "breh, breh, breh..."dedirtecek düzeyde. Türkiye-AB ilişkileri söz konusu olduğunda, iki temel kutup göze çarpıyor. Bizde nüanslar yok; iki renk var, siyah ve beyaz. Tahmin edeceğiniz gibi, biz, "gri"yi pek sevmeyiz. Türkiye-AB ilişkileri söz konusu olduğunda, "siyah" ve "beyaz" sürekli olarak mahcup oluyor, "gri" kazanıyor. Ek Protokol, 17 Aralık'ta atılan imzanın doğal bir sonucu. Dolayısıyla 17 Aralıkta olup biteni kavramadan, Ek Protokol'ü linç etmek, anlaşılır bir durum değil. Bundan sonra da "gri"nin tonlarını tartışmaya devam edeceğiz. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın da vurguladığı gibi, gelinen noktada "İyi mi oldu, kötü mü oldu?" tartışmasının anlamsız olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yeri gelmişken, son derece tuhaf bir hadiseden de bahsedelim. "Rum kesimini tanıdık, Kıbrıs'ı verdik!" diyen zevatın bir bölümü, İngilizce konuştuğunda başka şeyler söylüyor. İçeriye verilen beyanat ile dışarıya verilen beyanat tamamen farklı. Yabancı gazetecilerin sorularına verilen ingilizce, cevaplarda, "Fiilen tanıdık, Kıbrıs'ı sattık!" gibi hamasi ve kurnaz söylemler göremiyoruz. Dışarıya sorumlu, içeriye sorumsuz beyanat vermek tam bir tutarsızlık değil mi? "Soğuk Savaş" yıllarında ülkemizi yönetenler, bir tehdit ya da dayatma ile karşılaştıklarında, "Yeni bir dünya kurulur; Türkiye, o dünyada yerini alır!" derlerdi. Şimdi böyle bir argümandan yoksunuz. Dolayısıyla, "Ben seni tanımayrum!" "Ben de seni hiç tanımayrum!" ekseninde dış politika üretmekte zorlanıyoruz. Hükümet, "Kıbrıs için nihai çözüm, Türkiye'nin AB üyeliğidir" tezini seslendirmeye devam edecek. *** Ne demişler? "... Dünyanın her yerinde devlet sefinesi (gemisi) onu idare edenler bakımından pusulası düzgün, fakat teknesi çürüktür. Muhaliflere ise, teknesi sağlam, pusulası bozuk görünür. Doğruyu ancak vekayi (olaylar) söyler..." 3 Ekim'e yaklaşırken tekne de, pusula da problemli; sadece birini suçlayarak bir yere varamıyoruz. Tekneyi de pusulayı da gerektiği gibi kullanabilmek için, bazı acı ilaçları içmek zorundayız. Küresel pratik, böyle söylüyor. Afiyet olsun!