
Sıkıntılı bir günün akşamında eve dönüyorum. Yolumun üzerindeki internet kafenin camında bir yazı:
-FORMAT ATILIR
Hani derler ya, cuk oturdu. Aynen öyle..
Bir an gülümsedim. Galiba benim de formatlanmaya ihtiyacım var, diye düşündüm. Hayat, hepimizi törpülüyor. Formatlanmak elzem. Bireysel planda durum böyle.
***
Memleket ahvaline aynı gözlükle baktığımızda, ne görüyoruz?
Bizim coğrafyamız, sık sık formatlanan bir ortamı simgeliyor. Buralarda işler böyle yürüyor.
Hangi işler?
İç işler ile dış işler birbirine girmiş, harman olmuş vaziyette. Sadece bizde mi? Etrafınıza şöyle bir bakın.
Komşumuz Irak, Mart 2003'ten bu yana formatlanmıyor mu? Küreselleşme dediğimiz süreç de bir bakıma sürekli formatlanmak değil mi?
Eğri oturalım, doğru konuşalım. Yıllarca ne yaptık?
Problemleri "ertelemek ve çözmemek" konusunda, şaşılacak bir kararlılık sergiledik.
Yarayı tedavi etmek yerine kaşımak, yetkililere marazi bir zevk ve mutluluk verdi. Böyle bir kararlılık, ulusal ve uluslararası düzeyde, kredibilite kaybı getirdi. Kredibilite kaybı dolayısıyla oluşan maliyetler, ikazlar ve tehditler, elitlerimizi hırçınlaştırdı; köşeye sıkıştırdı. Bugünlere böyle geldik.
Şimdi mi?
Ülkemize sunulan mönüde, açıkça şu söyleniyor:
-Sizi acilen formatlayalım!
İçerideki kavga da bir anlamda "formatlanma ya da formatlanmama" ekseninde devam ediyor.
"Peki nasıl formatlanalım?" dediğimizde, önümüze bir dizi alternatif çıkıyor. Seçim yapmak kolay değil, fakat şunları unutmamak kaydıyla:
-Yozlaşmış bir sistemin en zayıf anı, kendini restore etmeye, reforme etmeye karar verdiği andır.
-Çökmeye yüz tutmuş eskinin yerine, sürdürülebilir bir yeni ikame edilemiyorsa, eskiye meşruiyet kazandırılmış olur; mümkün olan diğer reform seçeneklerinin önü kesilir. Egemen olan yozlaşmadan beslenenler, haklı çıkmış gibi hava basar, tafra yaparlar.
***
Velhasıl..
Formatlanmak, hayatın bir parçası. Bundan kaçış yok.
Ne demişler?
Kendini formatlayamayanı, formatlarlar.
Atamayana atarlar!
Ne var ki..
-Golü kaleci değil, takım yer!