Dolar, birçok ülkenin parasına karşı değer kazandı. Küresel krizin nefesini, daha yakından hissetmeye başladık. Nihayet, biz de nasiplendik. Döviz piyasasında ortaya çıkan sert ve hızlı yükseliş, tedirginlik doğurdu. Küresel likiditeye entegre olmanın nimetleri olduğu kadar, külfetleri de var. "Nimetlere evet, külfetlere hayır!" demek mümkün mü? Küresel likiditede ortaya çıkan savrulmalar, birçok ülkede olduğu gibi, bizim piyasalarımızı da etkiliyor. Dolayısıyla ne oluyor? Risk algılaması değişiyor, rahatsız edici bir kaşıntı başlıyor. Kaşıntının sebebi belli: -Dolarizasyon! *** Birey, şirket, Hazine ve Merkez Bankası olarak varlıklarınızı ve/veya yükümlülüklerinizi yabancı para cinsinden oluşturduğunuzda, dolarize oluyorsunuz. Bankalarımızın döviz pozisyon açıklarının normal sınırlarda olduğu söyleniyor. Ne var ki, şirketlerimizin döviz kredileri ve açık pozisyonları risk oluşturuyor. Diğer taraftan, küresel kredi daralması ve resesyonun, dış borçlanma vadesini kısaltan, maliyetini artıran, iç ve dış talebi sınırlandıran bir dizi olumsuz etkisiyle tanışmaya başladığımızı söyleyebiliriz. GECİKTİRMİŞİZ! Bazı yerli ve yabancı analistlere göre, dolardaki hızlı yükselişi daha önce görecekmişiz. Neden mi? Yerleşik gerçek ve tüzel kişilerin döviz tevdiat hesaplarından, 8 Ağustos-17 Ekim döneminde, yaklaşık 11.5 milyar dolar kadar satış yapmaları, YTL'nin değer kaybını geciktirmiş. Yani... Yanisi şu: Geciktirmiş, ama önleyememiş. Peki, Merkez Bankası döviz likiditesini rahatlatmaya yönelik olarak neler yaptı? Özetlemek gerekirse: -9 Ekim 2008'de, döviz depo piyasasında aracılık faaliyetine başladı. -24 Ekim 2008'de, döviz efektif piyasası işlem yapma limitlerini, 10.8 milyar dolara çıkardı. -Borç verme faiz oranını 0.50 puan indirdi. -Günlük döviz alım ihalelerini durdurdu. Döviz satım ihalelerine başlayacağını duyurdu. Bu önlemlerin etkileri, önümüzdeki haftadan itibaren daha yoğun bir biçimde tartışılacak. *** Gelelim işin esasına: İçinde bulunduğu konjonktürde taşıyabildiğimiz cari açığı, bir başka deyişle, gerçekleştirdiğimiz ekonomik büyümeyi, küresel sermaye ile tesis ettiğimiz seviyeli beraberliğe boçluyuz. Dolayısıyla, bizi öncelikli olarak ilgilendiren soru şu: -Cari açığımızı finanse edenler ürker mi? -Şimdilik, bir bölümü ürkmüş görünüyor. -Dönerler mi? -Hiç şüpheniz olmasın, ama zamanını kestirmek kolay değil...