Bölüşüm kavgası

A -
A +

Ülkemizde, gelir dağılımı bozuktur!" dediğinizde, kimse aksini iddia etmez. Ne var ki, "Neden bozuktur, ne kadar bozuktur, nasıl düzelir?" dediğiniz zaman, kendinizi bitmez tükenmez bir dizi tartışmanın içinde bulur, bol miktarda "akademik aromalı keçiboynuzu" kemirirsiniz. Biraz da kafa bulmak isterseniz, "Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa" diyebilirsiniz. Bilindiği gibi, pozitif büyümenin "nimetleri" eşit bir biçimde bölüşülmediği gibi, negatif büyümenin yani küçülmenin, daralmanın "külfetleri" de âdil bir biçimde dağılmıyor. Dünya Bankası'nın Kalkınma Göstergeleri 2005(*) raporunda yer alan verilere göre: Türkiye'de nüfusun en yoksul yüzde 10'u gelirden yüzde 2.3 oranında pay alırken, en zengin yüzde 10'un aldığı pay yüzde 30.7'ye tırmanmış. Nüfusun en yoksul yüzde 20'lik kesiminin gelirden aldığı pay yüzde 6.1'de kalırken, en zengin yüzde 20'nin aldığı pay ise yüzde 46.7 düzeyinde karar kılmış. Bu tablonun, büyük ölçüde, finansal ve ekonomik krizlerin ürünü olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, tabloyu iyileştirmek için istikrarsızlığı tetikleyecek çözümlerden medet ummak mümkün değil. Gelir dağılımını düzeltmek adına, "fakirlikte, yoksullukta eşitlik sağlamak" veya "popülizmi ateşlemek" çözüm değil, çözümsüzlüktür. Kaynağı olmayan harcamalara girişmek, nihai olarak gelir dağılımını daha da çarpık hale getirir. Gelir dağılımı, işşizlik sigortası gibi çalışan yeni KİT'ler kurarak da düzeltilemez. Üretmeden bölüşülür mü? Denenmişleri denemekle hiçbir şey kazanamayız. İsterseniz, denenmişlere şöyle bir göz atalım: Yazılı olmayan bir toplumsal sözleşme, Türkiye'de popülizmi yıllarca iktidar yapmış. Sandıktan, "Baba Devlet ve Halefleri" diyebileceğimiz bir model çıkmış ve çok net bir mesaj vermiş: "Bölüşmek için üretmek gerekmez, üretmeden de bölüşülebilir." Ne kadar güzel değil mi? Ne yazık ki, aynı toplumsal sözleşme, giderek genişleyen bir kamu kesimi borçlanma gereği, sürdürülmeyen borç dinamiği, ve çöken bir banka sisteminin katkısıyla finansal krizlere toslamış. Gelişmiş kapitalist ülkelerde de popülist politikacılar boy gösterebiliyor; fakat iktidara gelemiyor. Popülizmi merkez siyasete taşımak mümkün olmuyor. Neden? Söz konusu ülkelerde egemen olan toplumsal sözleşme, böyle bir aldatmacaya izin vermiyor da ondan. Zor dostum, zor.. Türkiye, bir istikrar programı uyguluyor. İstikrar programları, bölüşüm ve gelir dağılımı açısından nötr değildir; bu programlar, her derde deva, hiçbir yan etkisi olmayan şifalı ot da değildir, bir öncelikler listesidir. Makroekonomik istikrara yönelik araçlar, kısa dönemde gelir dağılımını olumsuz etkileyebilir, ama özellikle "fiyat istikrarı", sürdürülebilir büyüme ve âdil bir gelir dağılımının ön şartıdır. Biz ne yaptık? IMF destekli istikrar programının gereklerine uygun olarak, "Faiz Dışı Fazla" diye tanımlanan hedefi tutturmak için, bir taraftan cari harcamaları ve yatırım harcamalarını azalttık, diğer taraftan, dolaylı vergilere yüklendik. Yıllardır "enflasyon vergisi" ödeyen bir kesimin, nominal ücretini sabit tutarak (ya da enflasyon oranının altında zam yaparak) reel anlamda gerilettik. Aynı kesimin, satın alma gücünü sınırlayan dolaylı vergileri ve kamu fiyatlarını da enflasyonun üzerinde artırdık, düşük gelirli kesimin talebini kırdık. Enflasyon düşerken de, yükselirken de hep aynı kesimleri ezdi. Sermaye birikimi denilen süreç, aynı zamanda bir bölüşüm mekanizmasıdır. Gelir dağılımı, bölüşüm ilişkilerinin ya da bölüşüm kavgasının özetidir. *** İstikrarı delmeden, pastayı büyütmek ve dağılımını değiştirmek, geçmişin tahribatını hemen ortadan kaldırmak, kolay bir iş değil. Haksız mıyım? ..... (*) World Development Indicators (WDI) 2005 http://www.worldbank.org/data/wdi2005

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.