Ağa, eve boş dönen çobana sorar: - Koyunlar nerede? - Yağmur yağdı, şimşek çatladı, 72'sinin ödü patladı. Önden gitti baş toklu, arkadan gitti 5 toklu. 10'unu verdim kasaba, 10'unu da katma hesaba, kurt kaptı birisini, getirdim birinin derisini, al ağam derisini, sorma gerisini. Buna sinirlenen ağa, yoğurt kabını çobanın yüzüne fırlatır. Çoban der ki: - İşte böyle! Hesabı doğru verenin yüzü hep ak çıkar. Bu kıssayı yıllar önce dinlemiş, fakat detaylarını unutmuştum. Geçenlerde Türkiye Takvimi'ni karıştırırken, 5 Kasım 2005 tarihli yaprağın arkasında görünce, hararetle okudum. Kıssa, bendenizde bir dizi çağrışıma yol açtı. Acaba diyorum, bu çobana, vaktiyle bizim bankacılık sektörümüzü emanet etseydik, 22 tane batık bankanın hesabını nasıl verirdi? Mesela şöyle diyebilirdi: Önden gitti, iki banka, ardından sekiz banka, hortumcu kaptı onunu, kriz yedi birini, birinin getirdim bilançosunu... Kritik bir maça gittiğinizi düşünün; hakem kaleye şut çekiyor; oyunun yarısında kuralları değiştiriyor; ikinci yarıda, sarı ve kırmızı kartlarını unuttuğunu söylüyor. Sizce, böyle bir oyunu alkışlamak, garip değil mi? Garip, ama ülke ve seçmen olarak yıllarca alkışladık. Kârın meşruiyet sebebinin risk olduğunu unuttuk. "Yazı da benim, tura da benim" ya da "kâr edersem benim, zarar edersem devletin" kurnazlığıyla raydan çıktık. Kurtlarla iş birliği yapan pişkin çobanlar gibi hesap vermeye alıştık. Şimdi de eskinin hasretini çekiyoruz. Kleptokrasi içeri, demokrasi dışarı... Kapitalizmi yüceltenler, devlete "hakem" rolünü münasip görmüşler. Ne var ki, uygulamaya baktığımızda, devletin kendisine biçilen misyondan fazlaca hoşnut olmadığını anlıyoruz. Hoşnutsuzluk, yeni arayışlar getiriyor. Devlet, mazbut bir "hakem", olmak yerine, "hakemlerin hakemi" rolünü benimsemenin ya da "Big Brother" olmanın cazibesine kapılıveriyor. Zaten, ondan sonra da, olanlar oluyor! Neler olmuyor ki? Politik yozlaşma, kamu yönetimine egemen olduğunda, bürokrasi, dejenere olarak kleptokrasiye dönüşüyor. "Hababam ekonomisi" ve onun omurgasını oluşturan 'kleptokrasi' gücünü arttırdıkça, 'demokrasi' yozlaşıyor. Kleptokrasiyi kleptomanlar değil, profesyoneller oluşturuyor. Kleptokrasi, ilk hedef olarak kuvvetler ayrılığı ilkesini ve hesap verme mekanizmalarını felç ediyor; sonra da demokrasiyi çökertiyor. Kleptokrasiye ivme kazandıran komplolar, ülkeye küresel alanda itibar kaybettiriyor. Uluslararası Saydamlık Örgütü (Transparency International) gibi bazı kuruluşlar tarafından yapılan değerlendirmeler, yüzümüzü kızartıyor. Kamu maliyesi ve kamu mali yönetimi denilen iki kara kutu, iyi deşifre edilirse, rejimin desenine ilişkin bir dizi fotoğrafa ulaşabiliyoruz. Yolsuzluk, hesap verme mekanizmalarının yeterince çalışmadığı, saydamlıktan uzak, antidemokratik rejimlerde mayalanıyor ve semiriyor. Böyle bir ortamda, "hesap verme sorumluluğu" diye tanımlanan ilkenin hayata geçirilebilmesi mümkün olmuyor. Demokratik rejimlerin, olmazsa olmaz, bir temel şartı var: "Saydamlık ve hesap verme sorumluluğu"nu tesis etmek. Sonuç olarak, halen devam eden AB eksenli reformlara hız vermekten başka bir alternatifimiz bulunmuyor: Dolayısıyla, çobanı da, ağayı da değiştirmek zorundayız. Hesap doğru, para eksik! Şeytani tasavvurları ve edepsizliği ile ünlü Fransız filozof Voltaire'in çobanı, daha değişik bir tarzda hesap veriyor. İsterseniz, bir kulak verelim: Kurtlarla tilkiler uzun süre kapıştılar Koyunlarla nefes aldılar, becerikli çobanlar Kovdular tilkileri tarlalarımızdan ferman çıkartıp Artık kurtlar kasıp kavurur ortalığı Lâf aramızda, çobanlarımız da Biraz kurtlardan yana görünürler! *** Temel'in hesabı, yukarıdakilerin hiçbirine benzemiyor. Diyor ki: "Seksen seksen, yüz seksen. Kırk daha yüz seksen kırk... Hesap doğru para eksik!" Tam bize göre, değil mi?