Panik standart, paranoya opsiyonel... Siyasi ve ekonomik ortam biraz gerginleşince, okuyucu sorar: "Abi, düğmeye bastılar mı? Kriz olur mu?" Yıllardır "kâbus" ile yatılan, "kriz" ile kalkılan bir ülkede, böyle bir refleksi mazur görmek gerekir. Aslında, bizim coğrafyamızda, "düğme" devamlı olarak "basılı" pozisyondadır, yani top bizdedir. "Düğme sabit, top müteharrik" diyebilirsiniz. Bazı komplo teorilerini feda ederek böyle düşünürseniz, rahat edersiniz. Dilerseniz, "matruşka" denilen içi içe geçmiş bebekleri andıran bir dizi düğme oluşturabilir, kafayı üşütebilirsiniz. Ne diyelim, keyfiniz bilir. Siyah, gri ve pembe Ekonomiyi değerlendiren zevat, düğmenin basılı konumda olduğu varsayımı altında, renkleri 'siyah', 'gri' ve 'pembe' olmak üzere, üç tane gözlük taşır. Siyahın, grinin ve pembenin farklı tonları olduğunu da unutmamak gerekir. Ne var ki, gözlük sayısının artması, iktisatçıya itibar getirmez, halkımızın sinirlerini bozar. İsterseniz, çıplak gözle bakmayı deneyerek geçtiğimiz hafta neler olduğunu özetleyelim. Önce, "Düğmeye basıldı! Sıcak para tabanları yağladı!" tarzında balonlar uçuruldu. Ardından, ABD Merkez Bankası FED'den gelen faiz artışının da katkısıyla, kur, faiz ve İMKB endeksi biraz sert bir biçimde dalgalandı, sıcak paranın portföy tercihlerinde bazı değişiklikler oldu. Önümüzdeki Mayıs'ta gerçekleşecek FED toplantısına kadar, IMF destekli programı, AB ve ABD ile olan ilişkileri, kısa vadeli sermaye hareketlerinin seyrini, borç dinamiklerimizi, cari açıklarımızın finansmanını konuşmaya devam edeceğiz. Kur, faiz ve İMKB endeksine ilişkin senaryolar, daha hararetli bir biçimde gündeme oturacak. Mayıs 2004'te de benzer bir çalkantı yaşamıştık, ama tarih tekerrür etmeyebilir. Kriz nostaljisi... Biraz da kriz nostaljisi yapalım ve soralım: Krizler nasıl olgunlaşıyor ve patlıyor? Bu soruya şöyle şablon bir cevap verebiliriz: Krizi, "sistematik hatalar" yani ekonominin bağışıklık sistemini çökerten yapılanmalar oluşturuyor, olgunlaştırıyor. Bir süre sonra, "arızi hatalar" krizin fünyesini çekiyor, patlatıyor. Makro-ekonomik istikrarsızlık, bağışıklık sistemi çökmüş, bir AIDS'li bünyeyi çağrıştırıyor. Böyle bir bünye, krizlere çok uygun bir zemin hazırlıyor. Bir başka deyişle, saatli bombayı kurmak ya da dinamit lokumunun fitilini döşemek sistematik hatayı, saatli bombanın ya da dinamit lokumunun patlatılması, arızi hatayı simgeliyor. Kriz olarak tanımlanan ortam, insanların geçmişe ve geleceğe bakışını hemen değiştiriveriyor. Daha önce düşünülmeyenler düşünülmeye başlıyor; çözüm diye ortaya atılan birçok politikanın aslında yeşeren krizin tohumlarını atmış olduğu hayretle görülüyor. Teknik olarak ifade etmek gerekirse, kriz, geçmişin doğrularının iflas ettiğini ve egemen olan sermaye birikimi modelinin çöktüğünü tescil ediyor. Kriz ortamı, yerleşik çıkarlarla yeni arayışlar arasında gerginlik doğuruyor. Dolayısıyla, "böyle gelmiş, ama böyle gitmez" mesajı statükonun temsilcilerine ulaşıyor. Kabul etmek gerekir ki, bu mesajın deşifre edilmesi pek kolay olmuyor. Mesajın doğru okunması, anlaşılması ve sindirilmesi için bir "Stand-by" ve bir dizi niyet mektubu imzalanabilir. *** Sadede gelelim. "Kriz olur mu?" sorusunun cevabı, büyük ölçüde, ekonominin bağışıklık sistemi ile ilgili. 2003 ve 2004 itibariyle yaşanan iç ve dış şoklara finansal piyasaların verdiği tepkiler, bağışıklık sisteminin güçlendiğini gösteriyor. Şimdi söyleyin bakalım, siz hâlâ bir kriz kokusu alıyor musunuz? Kusura bakmayın, ama bendeniz henüz alamıyorum, efendim.