Dükkanın parası!

A -
A +

Çocukluğum, bir müstakil evde geçti. Babaanne, dede, halalar, yengeler ve amcaların bulunduğu, kalabalık ve bahçeli bir evde büyüdüm. Yıllar sonra anladım ki, evimiz, tam bir "sosyal devlet"i andırıyormuş. Üç katlı evin, her türlü sosyal sınıfa mensup, bol miktarda misafiri ve kalabalık sofraları, hiç eksik olmazdı. Evimiz, İstanbul'dan gelen misafirlerimize, mükemmel bir "devre mülk" gibi hizmet verirdi. Dedem, bulunduğumuz ilçedeki Boşnak kolonisinin reisi gibiydi. Boşnak Hüseyin Efendi, yakın çevresine son derece otoriter, ama bir o kadar da sevilen ve sayılan bir insandı. Tavırları ve konuşması itibariyle, bir tüccardan ziyade, Mülkiye mezunu bir bürokratı andırırdı. Misafirleriyle ve refikası olan rahmetli babaannem Feride Hanım'la, ara sıra Boşnakça konuştuğu da olurdu. Çocuklarını, İstanbul'un iyi mekteplerinde okutmak için çok gayret sarfetmişti. Saray Bosna'dan göç eden koloninin bir bölümü, İstanbul'da Fatih'te Akdeniz Caddesi'nin üzerinde, Türel Apartmanı'nda oturuyordu. Kendisi manifaturacı olduğu için, sık sık Sultanhamam'a mal almaya gider, akrabalarını ziyaret etmeyi hiç ihmal etmezdi. Babamın bir de Paşa Dayı'sı vardı. Eşinden ayrıldıktan sonra geçirdiği bir rahatsızlık sebebiyle, o da, bizimle aynı evde ikamet ediyordu. Ev ahalisinin kısaca "Paşa" diye hitap ettiği Rıza Dayı'nın torunu, E.Kohl (Sözen) şimdilerde, Almanya eski Şansölyesi Helmut Kohl'ün gelinidir. "Kendi şirketini, kendin soy!" Benim, "sosyal devlet" olarak nitelediğim ev, dedemin vefatından sonra, yavaş yavaş dağılmaya başladı. Kuşlar, birer birer yuvadan uçtu; çekirdek aileye doğru, hızlı ve sarsıntılı bir dönüşüm yaşadık. Kaynağı ve fizibilitesi olmayan, üretmeden bölüşmeye çalışan bir "sosyal devlet"in problem çıkarmaması ve devam edebilmesi mümkün değildi. Hüseyin Efendi, babama ve amcalarıma sık sık nasihatlerde bulunurmuş. Babamdan dinlediğim kadarıyla, bazen şöyle dermiş: "Bak oğlum! Akşam olup, kepenkleri çekip, dükkanı kapatma vakti geldiği zaman, şu çekmecede biriken para, senin paran değildir; dükkanın parasıdır. Sakın ola ki, bu parayı, kendi paran zannederek harcama, sermayeyi yeme!" Aslında, çok popüler ve anonim olan bu nasihat, Hüseyin Efendi'nin haleflerinin bazıları tarafından, ne yazık ki yeterince anlaşılamamıştı. Sevgili babamın, tek başına bu nasihati kavraması ve gereklerini yerine getirmesi, "sosyal devlet" olarak yapılanan aile şirketinin çöküşünü geciktirmiş, fakat önleyememişti. Sosyal devlet, bir "örgütlü sorumsuzluğa" dönüşmüş, üretmeden bölüşmeye ve bölüştürmeye kalkmış, sonunda olanlar olmuştu. Aile şirketi, önce kendi çapında bir "Hisseli Harikalar Kumpanyası'na dönüştü ve daha sonra tasfiye edildi. Çok basit gibi görünen bu dersin, birçok büyük şirkette unutulduğuna, ancak kriz kapıyı çaldığı zaman hatırlandığına defalarca tanık olmuşuzdur. Bilindiği gibi, ülkemizde geçerli olan şirket yönetimi modellerinden biri de "Kendi şirketini, kendin soy!" modelidir. Yakın geçmişte, bankası da olan özel sektörün bir bölümü, mevduatı kendi parası zannederek altından kalkılamayacak riskler aldı. Bazıları, katma değeri negatif olan şirketlerindeki zararları bankalarının bilançolarına süpürmeyi marifet sandılar. *** Sonuç, malûm! Peki, ülke olarak, bütün bu olup bitenlerden ders aldık mı? Galiba, aldık!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.