Ders anlatırken, "Kaynakları etkin dağıtmak ne demektir?" diye soran, sonra da, "'at'ın önüne 'et', 'köpeğin' önüne 'ot' koymamaktır" diye cevabı da kendisi veren ünlü bir hocamız vardı. Ona göre, iktisat biliminin temel konusu 'kaynak tahsisi' idi. Hoca, piyasa ekonomilerinde "kaynak tahsisi" probleminin, bir mühendislik problemi olmadığının farkındaydı. Gerçekten, bir piyasa ekonomisinde, kaynakları yanlış ve çarpık dağıtmanın maliyeti çok yüksek oluyor. Ödenen bedelin ne kadar ağır olduğunu krizlerden sonra daha iyi anlıyoruz. Ödenen ve ödenmesi gereken bedeli önceliklerin çarpıtılmasının bir sonucu olarak da görebiliriz. Ot yerine et konulduğunda, mutlaka bir bedel ödeniyor. Türkiye, borç parayla kurulmuş saadet zincirlerinin kırılmasının sonuçlarını yaşamaya devam ediyor. Sıra kurnazlığın bedelini ödemeye geldiğinde, hemen aslan kesiliyoruz. Nasıl becerdik? Son yirmi beş senenin iktisat politikalarına odaklandığımızda, ilk bakışta, bir taraftan senaryosu yazılan diğer taraftan çekilen niteliksiz TV dizilerine benzer bir tablo karşımıza çıkıyor. Ne var ki, söz konusu döneme egemen olan politikaları bu çerçevede algılamak oldukça yanıltıcı. Derme çatma senaryo görüntüsünün gerisinde 'istikrarsızlığın istikrarı' diye tanımlayabileceğiniz bir yapılanma var. Aynı yapılanma, rengarenk meşruiyet kılıfları içinde kendini bir toplumsal sözleşme olarak da dayatmış. "İstikrarsızlığın istikrarı" ya da "toplumsal sözleşme (!), kamu maliyesinin 'müflis' olmasına yol açmış. 'Müflis' kamu maliyesi, (konsolide bütçe+konsolide bütçe dışı kamu kesimi) rant aktarmaya devam etmiş. Siyasi irade, müflis kamu maliyesini ortadan kaldırmak için ciddi bir adım atamamış; atmamış, daha doğrusu bindiği dalı kesmemiş. Genel olarak ifade etmek gerekirse, ortaya çıkan Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin finansmanı ülkenin makro dengelerini ipotek altına almış, özel kesimin manevra alanını belirlemeye devam etmiş. Mali sisteme egemen olan banka kesimine, kamu kesimini finanse eden enstrümanların alınıp satılması gibi çok temel bir görev yüklenmiş. Bu mekanizma 'bölüşüm' ve onun yansıması olan 'gelir dağılımı' süreçlerini yeniden yapılandırmış. Son on yıl içinde tam üç defa (1994, 1999 ve 2001) negatif büyüyerek ve reel faizleri şahlandırmışız. Tam bir transfer toplumu olmuşuz. Üretmek cazibesini kaybetmiş 'üretmeksizin bölüşmek' ön plana çıkmış. Nasıl çarpıttık? Fizik kapitalin vermediği verimi, finans kapitale vermeye alıştık, kendimizi kandırdık. Alışmış ile kudurmuşu mukayese eden atasözümüzü de unuttuk. Özel kesimin gerçekleştirdiği tasarrufların önemli bir bölümü, "düşük kur-yüksek faiz" ikilisinin uyardığı saadet zincirine entegre oldu. Hazine, kamu kesimini finanse ederken, özel kesim bir bölümünü de finanse etti, oyuna ortak etti. Kısa vadeli sermaye girişlerine bağımlı saadet zinciri, iktisat politikalarını yıllarca 'borç yönetimi' problemine tutsak etti. Montesquieu, "Hükümetler, başka hiçbir çözüm kalmadığı zaman doğru kararlar alır" demiş. Şubat 2001 krizinden sonra, Türkiye'nin de doğru kararlar almaktan başka bir alternatifi kalmamıştı. 2004 yılında, kaynak dağılımındaki çarpıklıkları düzeltme yönünde atılacak adımların hızlandırılmasını bekliyoruz.