Havamız yerinde, keyfimize diyecek yok. Resmisi, gayr-i resmisi, bireyseli, toplumsalı.. Hassasiyetlerimiz var; boy boy, renk renk, çeşit çeşit.. Politikacılar, hassasiyetler üzerinden siyaset yapmaya bayılıyor. Hassasiyetler, bazen takıntı ve hamaset mertebesine ulaşabiliyor. Bir dizi müzmin paranoya, hassasiyet kostümüyle takdim ediliyor. Ulusal hassasiyetlerimiz, kırmızı şalı düşman zannederek kafa atmak biçiminde de tezahür ediyor. Şalı tutan eli düşünmek, her nedense pek işimize gelmiyor. Hassasiyetlerimiz, önceliklerimizi belirliyor. Hassasiyetinizi, daha doğrusu hamasetinizi, hiç kimsenin karşı çıkamayacağı tabuların arkasına kurnazca gizleyerek ya da içini boşaltarak, demagoji üretebiliyorsunuz, ama problemleri çözemiyorsunuz. Yolsuzluk Endeksi, Beşeri Kalkınma Endeksi, Uluslararası Rekabet Gücü Endeksi gibi temel göstergeler bakımından yüzümüzü ağartan parlak karnemiz, hassasiyetlerimizin yansıması değil mi? Sahte hassasiyetler adına, olması gereken hassasiyetleri dumura uğratıyoruz. Ne var ki, Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada, bizi hassasiyetlerimizle baş başa bırakmıyorlar. Soğuk Savaş yıllarının hassasiyetleri ile, küreselleşmenin dayattığı öncelikler, aynı olmasa gerek. Global masada ülkemize düşen yeni rol ve misyonu dikkate almadan, hassasiyetlerimizi belirlemek mümkün mü? Avrupa Birliği, siyasete ve ekonomiye ilişkin öncelikleri, Kopenhag ve Maastricht Kriterleri ile özetlemiş. Havamızı aldırmak için, bazen Brüksel'e bazen de Washington'a gidiyoruz. Ustalardan birisi AB, diğeri ise küresel ekonominin finans kâhyası IMF. Brüksel ve Washington'da yazılan reçetelerle havamızı tahliye ediyoruz. Her ikisi de bizim havamızı almakta çok zorlanıyor. Muştalanmak gerekli mi? Bu sütunda daha önce de aktarmıştık.Tarihimizde, bir "yandan vurdurma" muhabbeti vardır. Keçecizade Fuat Paşa'nın hassasiyetlerini simgeleyen "pabuççu muştası"nı bilir misiniz? Bakınız ne demiş: "Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet, cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için 'pabuççu muştası' gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet de sefaretlerdir." Demek ki, "yandan vurdurma!" işini, Fuat Paşa'ya borçluyuz. Bu yüzden olacak ki, Tanzimat ve Meşrutiyet ricali, İngiliz, Fransız, Alman veya Rus sefaretleriyle çok sıkı ilişkiler kurmuşlar. Düvel-i Muazzama, bu zaafı kullanarak, devlet ricalini paylaşmış; muhteşem imparatorluk, yandan ve içten gelen darbelerle dağıtılmış. *** Avrupa Birliği "pabuççu muştası" olarak nitelenebilir mi? Nereden baktığınıza bağlı. Aşağıdan gelen kuvveti yanınıza almadan, yandan gelen kuvvet pek fazla işe yaramıyor, deformasyona yol açıyor. Dolayısıyla ne oluyor? Giydirilen ayakkabının dikişleri patlıyor ve atılıyor. Aman dikkat!