Belki hatırlayanlar vardır. Hikâye şöyleydi: Emekli yargıç, üç yaşındaki torununu seviyormuş. Torun, ani bir hareketle, parmağını dedesinin burnuna sokmuş. Yargıç dede, afacan torununa, "Hukuk diye bir şey var!" demiş ve ilave etmiş: -Bak, bu benim parmağım, bu da senin parmağın. Hayatta herkes, kendi burnunu, kendi parmağı ile karıştırır! Ne diyelim? Dede haklıymış.. - Hukuk diye bir şey var! Peki.. Ankara'da ne oluyor? Kim, kimin burnunu karıştırıyor? Kimin eli, kimin cebinde? Herkesin, "Ben kimim ulan!" ya da "Sen kimsin ulan!" dediği bir zeminde, neyi nasıl çözebilirsiniz? Böyle bir yozlaşma, kamu yönetimine yayılırsa, hukuktan söz edilebilir mi? Demokrasinin tökezlediği, yetki ve sorumlulukların muğlak olduğu ülkelerde, kimin elinin kimin cebinde olduğu, gerçekten pek belli değildir. Sorumlular, yetkisizdir; egemenler, sorumsuzdur! Son sözü, "örgütlü sorumsuzluk" söyler. *** Eğri oturalım, doğru konuşalım.. Bu ülkenin insanları, çok partili dönemde yıllarca "Lâf Çok İş Yok Partisi" ve "Yırtar Atar Adem-i İktidar Partisi" tarafından sömürüldü. Korku ile yattı, kâbus ile kalktı. Sonra mı? Sonra.. -Demokrasinin kontörlüsüne mahkûm olduk. Oligarşinin keyfini sürdük. Kontör bittiğinde, bunalıma girdik. (Kontörlü demokrasiyi, başta 9. Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel olmak üzere, eski siyasetçilerimiz iyi bilir.) Kontörlü demokrasi, sadece kendi kurumlarını üretmekle kalmadı, bir dizi "naylon meşruiyet ve hassasiyet" oluşturdu. Sahte hassasiyetler hatırına, olması gereken hassasiyetleri bozuk para gibi harcadı. *** Şimdi mi? Vaktiyle, kontörlü demokrasiyi gizlemek kolaydı. Dolayısıyla, onunla olan seviyeli beraberliğimizi sarsıntısız bir biçimde sürdürebiliyorduk. Şimdilerde işler çok farklı. Mızrak çuvala sığmıyor; zırva tevil götürmüyor. Ne var ki.. Birileri, hâlâ 12 Eylül hukukunu tahkim etmeye çalışıyor, eskinin hasretiyle yanıp tutuşuyor. "Şuur burkulması" dedikleri, bu olsa gerek!