"İşler bomba gibi, soran yok!"

A -
A +

Bir kısım esnaf, tüccar ve sanayici tepkili. İşler nasıl, diye sorduğunuza pişman oluyorsunuz. Başlıyor anlatmaya: "İşler bomba gibi, soran yok! Şu dükkanı, otuz sene önce kirayla tuttum. İşler iyi gitti, daha sonra satın aldım. Dükkan sayesinde, ev aldım, araba aldım, çocuğu evlendirdim; bir de şube açtım. Geçen sene, şubeyi kapattım. Dükkan, kendini zor döndürüyor. Böyle devam ederse kiraya vereceğim." Sanayici barut gibi: "O kadar bol dövizimiz varsa, her şeyi ithal edelim. Biz niçin üretim yapıyoruz ki? Ver faizi, getir dövizi, yap ithalatı, keyfine bak. Kazanmadığın döviz ile çarkı döndürmeye çalışıyorsun. Bu nereye kadar gider?" Bir başkası şöyle diyor: "Şimdiki aklım olsaydı, kesinlikle entegre tekstil kompleksi kurmazdım. İçeriye satamıyorsun, dışarıya satamıyorsun. Nereye satalım? Ankara'dakiler bizi daha önce neden uyarmadı? Şimdi tekstil ölecek diyorlar. Böyle, politika olur mu?" İş âleminin temsicileri, sık sık şunları vurguluyor: Türkiye'de, enerji başta olmak üzere, girdi maliyetleri, dünya fiyatlarının oldukça üzerinde. İşletmelerin ve istihdamın üzerindeki, prim ve vergi yükleri, çok yüksek. Sanayi, dünyanın en yüksek kredi maliyetleriyle finansman bulmak zorunda. İş, bilenin... Ne demişler? "Bir dokun, bin âh dinle; Kâse-i fağfurdan!" Çin hükümdarlarına "fağfur" denirmiş. Çin porseleni de çok yaygaracı demek ki. Şimdilerde, kâseler de Çin'den geliyor. Derdimizin bir kısmı, Çin'den kaynaklanmıyor mu? Her neyse... *** Yukarıdaki sıkıntıları, nasıl yorumlamalı? Ekonomi büyüyor, enflasyon düşüyor, ama elbette tüm sektörler, milli gelir çorbasından aynı ölçüde pay alamıyor. Bazıları, diğerlerinin aleyhine büyüyor, bazen de birinin küçülmesi, diğerinin genişlemesi anlamına geliyor. Ekonominin küçüldüğü 1994, 1999 ve 2001 yıllarında da fırsatları değerlendirenler, büyümelerini sürdürebilmişlerdi. Eğri oturalım, doğru konuşalım: Problemlerin, ne kadarının Ankara'dan ve Ankara-dışı küresel faktörlerden, ne kadarının konjonktürel, ne kadarının yapısal faktörlerden, ne kadarının Çin'den kaynaklandığını biliyor muyuz? Çözüm üretme adına, hiç kimsenin, "Gümrük Birliği'nden çıkalım. Kotalarla ithalatı engelleyelim, ithal ikameci sanayileşme politikalarına dönelim" diyebileceğini zannetmiyorum. Gereksiz bir polemik oluşturmamak için isim vermek istemiyorum, ama öyle sektörlerde çalışan, öylesine verimsiz ve tapon işletmelerimiz var ki, bunlara ne kadar destek verilirse verilsin, hiçbirinin ayağa kalkma şansı yok. Kılıç, kuşananın... TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun zaman zaman değindiği bir husus var ki, bize göre, son derece önemli. Hisarcıklıoğlu diyor ki: "Bugün, Türkiye'de yaklaşık 235 bin adet üretici firma bulunmaktadır. Bunların, yaklaşık 1000 kadarı, AB müktesebatı ile tamamen uyumlu üretim yapabilmektedir." Sadece bu acı gerçek bile, yeniden yapılanma ihtiyacının ne kadar acil olduğunu gösteriyor. Uluslararası iş bölümünde ortaya çıkan, değişmeleri göz ardı ederek, "Kendin pişir, kendin ye!" yöntemiyle devam edebilmek mümkün değil. Bu sebeple olacak ki, "Abi, o işler bitti!" tarzında sızlanmalara sık sık tesadüf ediyoruz. İş âleminin büyük bir bölümü, "doğru iş yapmak" ile "işi doğru yapmak" arasındaki farkı kavramış durumda. Ne yazık ki, bugünün doğruları, yarının yanlışlarına dönüşüveriyor. Türkiye'nin gerçek sermayesi, lokomotifi, yetişmiş müteşebbis sınıfı ve insan gücüdür. Müteşebbis demek, unu, şekeri ve yağı birleştirerek helva yapan adam demektir. Ne var ki, bu çarkın dönebilmesi, lokomotifin raydan çıkmaması ve vagonların devrilmemesi için, imal edilen helvanın, küresel standartlarla uyumlu olması gerekiyor. Zor dostum, zor...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.