Cari işlemler dengesine ilişkin rakamlar açıklandığında, hararetli bir tartışma başlıyor. İktisatçılarımız, sıcak para muhabbetini çok seviyor. Kısa vadeli sermaye hareketlerinin miktarını ve sıcaklığını ölçmek konusunda herkes farklı bir terazi ve farklı bir termometre kullanıyor. Terazi ve termometre farklı olsa da, kafaları tırmalayan başlıca sorular şunlar: * Cari işlem açığımız sürdürülebilir mi? * Açığın büyük bir bölümünü finanse eden sıcak paraya, yani kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerine ne kadar güvenebiliriz? * Açığımızı finanse edenler, bir iç ya da dış şok durumunda bizi terk eder mi? * Türkiye'nin mevcut büyüme modeli, fiyat istikrarını delmeden, finansal çalkantıya yol açmadan devam eder mi? Böyle gelmiş, ama böyle gider mi? *** Türkiye gibi mali sistemi sığ bir ekonomide, sıcak para, makro ekonomik dengeler bakımından bir bağımlılık ve şantaj oluşturabiliyor. Krizlerden sonra öğrendik ki, ilk önce "sermaye girişleri ğ büyüme ğ cari açık!" diye özetlenen bir saadet zinciri oluşuyor. Daha sonra, cari işlem açığının finanse edilemeyeceğine ilişkin kuşkuların artıyor, beklentiler kötüleşiyor, saadet zinciri kopuyor. "Sermaye kaçışı+finansal kriz!!!" olarak tanımlanabilecek bir duvara tosluyoruz. 1994 ve 2001 krizlerinin tahribatını hafızalardan silmek kolay değil. Dolayısıyla, böyle bir hassasiyeti ve refleksi normal karşılamak gerekiyor. Ne var ki, yukarıdaki şablona esir olarak paranoya oluşturmak doğru değil. Nasıl soğutalım? Sıcak paranın ateşini düşürmek ve onu bir tehdit olmaktan çıkarmak mümkün mü? Hemen ifade edelim ki, sıcak parayı lanetlemek, Soros'un yakasına yapışmak, ya da "kambiyo serbestisini sınırlamak, vergi koymak" gibi "mükemmel fakat imkansız!" çözümlerle hiçbir yere varamayız. Sıcak parada ortaya çıkan artışın faili olarak, dalgalı kur rejimini ve Merkez Bankası'nın izlediği para politikasını eleştirmenin, sanık sandalyesine oturtmanın ne yararı var? Büyüme, cari açık diye tanımlanan yan ürünü elbette belli bir eşiğin üzerine sıçratmamalı. Ancak! "Büyümeyelim yahu!" diyemeyeceğimize göre, başka türlü büyümek, yani büyümenin finansmanını yeniden yapılandırmak zorundayız. Nasıl mı? Maalesef, kısa dönemde çözüm getirecek böyle bir sihirli değneğimiz yok. Makro ekonomik istikrarı temel öncelik olarak kabul etmek suretiyle, reel kesime yönelik orta ve uzun vadeli finansman imkanlarını çeşitlendirerek, ekonominin yatırım ve büyüme desenini değiştirmek, ayrıca direkt yabancı sermaye yatırımlarını artırmak dışında başka bir alternatif görünmüyor. Fiyat istikrarı içinde sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleştirilmesi için, dış talebin büyümeye olan net katkısının arttırılması ve ekonomik büyümede iç talep faktörünün nispi olarak azaltılması gerekiyor. Ekonomik büyümede dış talebin katkısını artırmak, cari açığı azaltmak ve/veya cari açığın finansmanını daha sağlam kaynaklara dayalı olarak yapılabilme imkanı sağlıyor. Kriz var mı? Türkiye ekonomisini mercek altında tutan birçok yabancı yatırım bankası ve kredi derecelendirme kuruluşunun raporlarına göre, yakın bir gelecekte, cari açığın; döviz kurları, faiz oranları ve enflasyon üzerinde baskı oluşturması beklenmiyor. *** Yani? Yanisi şu: Sadece cari açık, kriz çıkarmak için yetmiyor.