Yaşadığımız krizler, özellikle Şubat 2001 krizi, anlamak ve duymak isteyenler için tam bir kalk borusu niteliğindeydi. Sistemden beslenenler, her zaman olduğu gibi, 'kalk' borusunu 'yat' borusu olarak algıladılar ve algılattılar. 'Kalk' borusunu 'yat' borusu diye tercüme edenler, istikrarsızlığın ürettiği rantları bölüştürmeye devam ettiler. Uyguladıkları ekonomik politikalarla, dinamitin fitilini uzatarak patlamayı ertelemeye çalıştılar. Fitilin uzatılmasını istikrar programı olarak takdim ettiler. Siyasetin alanını daralttılar, çöküşü geciktirdiler, ama önleyemediler. Çöken neydi? Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin gölgesinde (ve şantajı altında!), müflis bir kamu maliyesinin refakatinde, sığ bir mali sistem ve kronik enflasyon ile yürütmeye çalıştığı sermaye birikimi modeli çöktü. Popülizmi merkez siyasete taşıyan politikalar iflas etti. Türkiye, yolsuzluk endeksi, beşeri kalkınma endeksi, uluslararası rekabet gücü endeksi gibi temel göstergeler bakımından, yüz kızartıcı sinyaller aldı. Yani? Yanisi şu: Eskisi çöktü, fakat yenisi henüz ortada görünmüyor. 2004 gündemi: Yeniden inşa 2003'te olduğu gibi, 2004'ü de yeniyi inşa etme yönündeki adımlar belirleyecek. Ne var ki, statükoya ya da mevcut güç dengesine yönelik her türlü makyaj sırıtıyor, dökülüyor, akıyor. Dolayısıyla, statükoyu yeniden üretmeye yönelik bir makyajlama operasyonunu yapısal reform olarak nitelemek mümkün değil. Bu açıdan bakıldığında, Ankara'nın manevra alanının daraldığını, politik ve ekonomik öncelikler arasındaki hiyerarşinin daha da belirgin hale geldiğini, kabullenilmesi güç seçeneklerin dayatıldığını görüyoruz. Netice olarak... Yapılması gerekenleri özetlemek gerekirse, Kopenhag ve Maastricht Kriterleri diye bilinen iki kutu acı ilacı içmekten başka bir alternatifimizin olmadığını söyleyebiliriz. Acı reçetede yer alanları şöyle de sıralayabiliriz: * Siyaset ve siyasal süreçlerin amaç ve araçları yeniden tanımlamalı, siyasetin alanı, piyasa lehine sınırlandırılmalı, sınırlandırılmış alandaki siyaset, daha demokratik bir modele oturtulmalıdır. * Piyasa süreçleri genişletilmeli, bu süreçlerin önündeki engeller tasfiye edilmelidir. * Kamu kesiminin rolünün yeniden tanımlanması, sadece ekonomik sistemin daha etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak açısından değil, siyasetin bir rant paylaştırma aracı olmaktan çıkarılması için de gereklidir. Böylece siyaset, popülizmden ve "müşteri haklıdır" felsefesinden arındırılmış olur. * Devlet, kamu yararı için oyunun kurallarını belirlemeli, oyunun bu kurallara göre oynanmasını sağlamalı; fakat oyuna ve skora müdahale etmemeli, şut çekmemelidir. * Devletin, sadece neyi yapması gerektiği değil, neyi yapamayacağı ve nihayet yapmaması gerektiği belirlenmelidir. * "Bölüşebilmek için üretmek gerekmiyor" yargısını haklı çıkaran çeşitli operasyonlara son verilmelidir. * "Kâr edersem benim, zarar edersem devletin" diye bilinen sistem terk edilmelidir. Bunlar yapılamadığı takdirde, çöktüğünü söylediğimiz eski düzene meşruiyet kazandırılmış olur. Yozlaşmadan beslenenler, haklı çıkmış gibi olurlar. Her zamanki gibi...