Bu işin ortası yok. Biz ya kazıklarız, ya da kazıklanırız. Türkiye, 3 Ekim gibi kritik bir eşiğe yaklaştığında medyada manşet hazırdır: "Oyuna gelmeyelim!" Oyuna gelmemek için, oyundan çıkma lüksümüz olmadığına göre, ne yapmamız gerekiyor? Bu sorunun cevabı, manşet patlatmak kadar kolay değil; ama siz, siz olun, oyunun ne olduğunu araştırma zahmetine girmeyin. "Oyuna gelmeyelim!" dediğinizde, hem ne kadar "vatanperver!" olduğunuzu kanıtlar, hem de işin içinden kolayca sıyrılırsınız. "Oyuna gelmeyelim!" konçertosu, bugünlerde "Karga ile Tilki" masalını ısıtmaya başladı. Gagasında bir dilim peynir ile dala tüneyen Karga cenapları, peynirini Tilki'ye, yani AB'ye kaptırıyor. Karga, Ankara'yı; peynir Kıbrıs'ı simgeliyor. Karga, "evet" dediği zaman peyniri düşürüyor; peyniri Tilki'nin kaptığını görünce "Keşke 'hayır' deseydim!" diye hayıflanmaya başlıyor. Aslında, her iki durumda da peynir gitmiş oluyor. Hayal gücünüzü biraz zorlarsanız, Karga'nın üzerinde dolaşan bir kartaldan ya da akbabadan da söz edebilirsiniz. Tilki'nin bir tane değil, birkaç tane olduğunu ve Karga'ya kur yapma konusunda aralarında kavga ettiklerini kurgulayabilirsiniz. AB içinde birbiriyle anlaşamayan ama kargaya kur yapmaya çalışan üç tane tilki (Almanya, Fransa ve İngiltere) var. Bunları düşününce, insanın "Vah zavallı karga!" diye hayıflanacağı geliyor. Basite irca etmek iyidir; ama mugalataya toslamamak kaydıyla. Doğrusunu isterseniz, bu masalı pek sevmedim. Türkiye-AB ilişkilerini özetlemek için perspektifi daha geniş başka bir masal bulmalıyız. Kazı, kazan! Kaba hatlarıyla özetlemek gerekirse, oyuna ilişkin dört tane senaryo türetebiliriz. Senaryolar, *Kazan-Kazan *Kazan-Kaybet *Kaybet-Kazan *Kaybet-Kaybet biçiminde formüle edilebilir. Demek ki, "Karga ile Tilki" masalıyla açıklanması mümkün olmayan nüanslar ve senaryolar da var. 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra Fakültemizde ders vermeye başlayan Dışişleri eski Bakanı Hayrettin Erkmen özel sohbetlerde sık sık şöyle derdi: "Bugüne kadar ne Türkiye, AB'yi (o zamanki adıyla AET'yi) ciddiye almıştır; ne de AB, Türkiye'yi. Taraflar üyelik konusunda birbirini oyalamak üzere sürekli olarak diplomasi üretmişlerdir." Şimdi işler değişti, taraflar birbirlerini ciddiye alıyor. Ne var ki, müzakerelerin yoğunlaşmasıyla beraber "Oyuna gelmeyelim!" eksenli yorumlar kabak tadı vermeye başlayacak. Şuna bir karar vermek zorundayız: Dış politikada kumar mı oynuyoruz, yoksa satranç mı? Turgut Özal, Türkiye'nin tam üyelik macerasını "uzun ve ince bir yol" diye tanımlamıştı. Aralık 2004'ten 3 Ekim 2005'e uzanan zaman diliminde anladık ki, Türkiye-AB ilişkileri, sadece "uzun ve ince" değil, aynı zamanda bol "tuzaklı ve mayınlı" bir yolmuş. *** Ne diyelim? Global masada karga olmak da var; tilki olmak da. Başta Sayın Ali Babacan olmak üzere, tüm devlet ricalimize "Kolay gelsin!" diyoruz.