Mecbur muyuz?

A -
A +

IMF İcra Direktörleri Kurulu, Stand-by'ı dün onayladı. Türkiye ilk defa, bir kriz ya da kriz beklentisi olmaksızın yeni bir Stand-by ile yüzleşiyor. İlk bakışta tuhaf bir durum. Soralım: Ekonomi büyüyor mu? Evet! Enflasyon düşüyor mu? Düşüyor. Borç dinamikleri iyileşiyor mu? İyileşiyor. ..... Peki, bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, neden IMF destekli yeni bir programa imza atıyoruz? Cevap, IMF Başkan Yardımcısı Anne Kruger'in geçenlerde İstanbul'da yaptığı bir değerlendirmenin içinde gizli. Krueger, açıkça IMF'ye mecbursunuz demiyor, ama şu noktanın altını çiziyor: "Yüksek iç ve dış borcun, kur ile küresel faizlere olan duyarlılığı nedeniyle, şimdi asıl zorluk, bu iyileşmeleri kalıcı hale getirmek!" Uzun lafın kısası, önemli olan büyümenin sürdürülebilir olması. Sürdürülebilir büyüme ile sürdürülebilir borç dinamiği arasında da tam bir "yumurta-tavuk" ilişkisi var. Borç yönetimi reçetemizi, dört tane kritik değişkenin performansı belirliyor: * İstikrarlı büyüme ve fiyat istikrarı * Hedeflenen düzeyde, "Faiz Dışı Fazla" * Reel faizlerin düşmesi * Cari işlemler açığının finanse edilemez boyutlara tırmanmaması, açığı finanse edenlerin ürkmemesi, kur riskinin taşınabilir düzeyde tutulması IMF çıpası... Yukarıda özetlenen kritik değişkenlerin karavana atmamaları için, IMF çıpasına gerek duyuluyor. Bu çıpayı ikame edebilecek bir başka çıpa, maalesef bulunmuyor. Dünyada tam 184 tane ülke IMF'ye üye olmuş. Bu ülkeleri sayacağımıza, üye olmayanları saymak daha kestirme bir yol. IMF, içinde 184 tane yatak bulunan bir hastane değil elbette. 184 rakamının içinde başta G8 diye bilinen ülkeler ve diğer gelişmiş ülkeler de var. Türkiye'nin de dahil olduğu bir grup ülke için IMF, vazgeçilmesi pek mümkün olmayan bir "acil servis" ya da bazı durumlarda kullanılması elzem olan bir "oksijen çadırı." Ekonomi krize girdiğinde ya da krize girmesine ramak kaldığında, uygun şartlarla uzun vadeli ve düşük faizli kredi bulmak için IMF'ye başvurmak zorunda kalıyoruz. Bu açıdan bakıldığında ortaya garip bir 'hasta-doktor' ilişkisi çıkıyor. Vaktiyle istikrarsızlığı bir hayat tarzı olarak benimseyen bizim gibi ülkeler, ödemeler dengesi, borç yönetimi ve kredibilite problemleri dolayısıyla sık sık "Ben yine geldim, doktor bey' diyor. IMF de, "Daha önce verdiğim ilaçlara devam edin!" diye mukabele ediyor. Hastanın sicili kötü de, "Doktorun sicili çok mu iyi?" diyebilirsiniz. Doğrusu, doktorun sicili de çok defolu. Hastanın tercihi IMF, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerine imza attı. Döviz kuru çıpası olarak benimsettiği kur rejiminin, bir saatli bombaya dönüşerek patlamasını ve reel kesime çok önemli oranda zarar vermesini önleyemedi. Devletin zirvesinde ortaya çıkan gerginlik, bombanın patlama zamanını kısaltmış oldu. IMF, Latin Amerika ülkelerinde uygulanan istikrar programları, Güney Doğu Asya Krizi ve Rusya Krizi ile ilgili olarak da çok eleştiri aldı. Bir ara, ABD Hazinesi ile ters düştü. Doktorun durumu böyle. Ne var ki, hastanın daha farklı bir doktor seçme imkanı bulunmuyor. En iyisi hasta olmamak, ama onu da beceremedik. *** İyileşmeleri sürdürülebilir kılmak bakımından yapısal reformlardan vazgeçmemek gerekiyor. Niçin? "Ben yine geldim, doktor bey!" dememek için...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.