
Siyaset, kaynıyor.
Eskiler, "Teşrîh-i rezâil, teşhîr-i erâzil içindir" derler, ama bizim böyle bir niyetimiz yok.
Ankara, gladyatörlerin kapıştığı, daha doğrusu kapıştırıldığı bir arenayı andırıyor. Bilindiği gibi, gladyatörler kapışmaz; kapıştırılır.
Gladyatörler, arenaya çıkarken imparatora bağlılıklarını tekrarlar ve latince olarak, "Morituri te salutamus" (Ölmek üzere olan bizler, sizleri selamlarız!) derlermiş.
Arenaya çıkan gladyatörün yapacağı tek şey, ölümüne dövüşmektir. Gladyatörlerin çoğu köle olduğu için, başkaca bir alternatifleri yoktur.
Eski Roma'da, ölümcül yara alan iki rakip gladyatörden hangisi daha uzun yaşarsa, zafer onun olurmuş. Böyle bir zafere, astarı yüzünden pahalı anlamında, "Pirus Zaferi" (Pyrrhic Victory) deniyor.
***
Ankara, kazanılmaya değmeyecek "zaferlere" defalarca imza attı. Şimdilerde, yenilerine niyetleniyor. Demokrasiyi tartaklayarak kazanılan galibiyetlerin tamamı, bu cümledendir. Bizim coğrafyamızda, bir dizi "meçhul ve meşkuk" ideal uğruna gladyatörlük yapmak, İttihat ve Terakki Fırkası'ndan miras kalmıştır.
Demokrasinin tökezlediği, yetki ve sorumlulukların muğlak olduğu ülkelerde, kimin elinin kimin cebinde olduğu, gerçekten pek belli değildir. Sorumlular, yetkisizdir; egemenler, sorumsuzdur!
***
İşte tam da bu ortamda, gladyatörlere iş düşer. Gladyatörlerin görüş mesafesi, arena ve rakipleri ile sınırlıdır. Bu açıdan bakıldığında, Soğuk Savaş döneminin gladyatörleriyle, şimdikiler arasında çok fazla fark yoktur.
Şablon aynıdır:
-Bir tarafta vatan hainleri, diğer tarafta vatanperverler..
Size düşen nedir?
-Önünüze konulan kırmızı şala, kafa atmak..
Şalı tutanı araştırmak, kesinlikle yasaktır.
***
Cevabını bir türlü bulamadığımız bir soru var:
-Bu ülkeyi nasıl sevmeli?
Bize sorarsanız..
-Bir yerden başlamalı!
Peki..
-Başlamalı, ama nereden?
Sıkıntı ve kaşıntı galiba buradan kaynaklanıyor.
Ne dersiniz?