Sövgüye dayalı tepki edebiyatımız, bir hayli zengin. Her nedense, ülkeyi sevmek adına, bir dizi hamaset ve kurnazlık sık sık gündeme oturuyor. Vatan ve millet sevgisiyle meşbu (!), çok sayıda kalemşorumuz var; eskiden de vardı. Yıl 1945... Ulus gazetesi köşe yazarı Nurettin Artam, Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'a, şöyle sataşıyor: Şu bizim dönme dolap, Ahmet Emin Ortalığı birbirine katıyor Başımız ağrımaz, etsek de yemin Vatan'ı 10 kuruşa satıyor! *** İşte böyle, değişen fazla bir şey yok! Hiç kimsenin karşı çıkamayacağı tabuların arkasına kurnazca gizlenerek ya da içini boşaltarak, bir dizi demagoji üretebilirsiniz, ama ülkenizi sevmiş olamazsınız. Çok sevdiğiniz ülkeniz, palavra değil, proje ve icraat bekliyor. Bu ne sevgi, ah... Peki, bu ülkeyi nasıl sevmeli? Tuzaklarla dolu böyle bir soruya cevap vermek yerine, isterseniz tersinden şöyle soralım: Bu ülkeyi nasıl sevmemeli? Mesela: * "Kinim, dinimdir!" diye şişinen H.Avni Paşa gibi sevmemeli.. * Enver Paşa gibi sevmemeli.. * Mithat Paşa ve Cemal Paşa gibi de sevmemeli.. "Çobanın ahmağı, sürüye kurt getirir!" derler. Sürüye kurt getirerek ülke sevilir mi? Koskoca Osmanlı İmparatorluğu'nu vatan ve millet sevgisini kimseye kaptırmayanlar dağıtmadı mı? Musul ve Kerkük böyle gitmedi mi? Ne demişler? Ayı, yavrusunu severken öldürmüş! Hitler, Mussolini, Franco ve Pinochet gibi diktatörler de kendi ülkelerini iki paralık etmediler mi? Firavunlar da ulusal gururlarına çok düşkündüler. Bu ne ıstırap! Yeri gelmişken, "pabuççu muştası" ihtisasıyla temayüz eden Keçecizade Fuat Paşa'yı da hatırlatalım. Daha önce de aktarmıştık:. Keçecizade Fuat Paşa'nın hassasiyetlerini simgeleyen "pabuççu muştası" çok meşhurdur. Bakınız ne demiş: "Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Bizim memlekette yukarıdan gelen kuvvet, cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye imkân yoktur. Bunun için 'pabuççu muştası' gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvet, sefaretlerdir!.." Demek ki, "yandan vurdurma!" siyasetini, Fuat Paşa'ya borçluyuz. Bu yüzden olacak ki, Tanzimat ve Meşrutiyet ricali, İngiliz, Fransız, Alman veya Rus sefaretleriyle çok sıkı ilişkiler kurmuşlar. Düvel-i Muazzama, bu zaafı kullanarak, devlet ricalini paylaşmış; muhteşem imparatorluk, yandan ve içten gelen darbelerle dağıtılmış. *** Gelelim günümüze.. Demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarına saygıyı teminat altına alan kurumlarınız yoksa, ulusal gururdan değil, sadece ulusal ve uluslararası skandallardan bahsedebilirsiniz. Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada, bizi ulusal gururumuzla baş başa bırakmıyorlar. Soğuk Savaş yıllarının "ulusal gurur" muhabbeti ile, küreselleşmenin dayattığı "ulusal gurur" aynı olmasa gerek. *** ...Velhasıl, ülkeyi sevmek, zor zanaat! Hem de, çok zor...