Türk aydını, vaktiyle kendisine "halkı adam etmek" diye tanımlanan bir garip misyon biçmişti. Ne var ki, bu misyon, halka da, aydına da pahalıya patladı. Her iki tarafı birbirinden daha da uzaklaştırdı. Hayal kırıklıklarını perçinledi. Yakup Kadri, çok eleştirilen romanı Yaban'da, böyle bir misyonun doğurduğu şokları ve travmaları konu eder. Romanın kahramanını şöyle konuşturur: "Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?.." Demek ki, halkın ruhuna nüfuz edilmeliymiş, kafası aydınlatılmalıymış, toprağı işletilmeliymiş, cehaletin elinden kurtarılmalıymış... Peki, bütün bunlar nasıl yapılacaktı? Hızlandırılmış tren, hızlandırılmış proje... Yakup Kadri'nin Türk halkını adam etmek için hızlandırılmış projeleri vardı. Kadro dergisinde bu projelerine sık sık değindi. Ne garip tecellidir ki, geçenlerde raydan çıkarak devrilen hızlandırılmış trenin adı da "Yakup Kadri Karaosmanoğlu" idi. Anlaşılan, hızlandırılmış projeler, bize pek fazla yaramıyor! Hızlandırılmış projeler hayata geçirilememiş. Yakup Kadri, vicdanını rahatlatmak için günah çıkarmaya karar vermiş. Yaban'ın kahramanına bakın neler söyletmiş: "Bunun sebebi, Türk aydını gene sensin! Bu viran ülke ve bu yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun." *** Bizim aydınımızın bir bölümünün kafasındaki köy ve köylü imajı, büyük ölçüde, Yakup Kadri'nin 'Yaban' romanından esinlenerek oluşturulmuştur. Halkını adam etmek isteyen Jakoben azınlık, pozitivizm denilen bir kiliseye mensuptu. Söz konusu zevat için, halkın ne olduğu değil, ne olması gerektiği önemliydi. Augusto Comte'un kitabını "Pozitivizm İlmihali" diye Türkçe'ye çevirenler, pozitivizmi bilim zannettiler. Onlara göre akla ve bilime tapılırsa, mesele kökünden halledilebilirdi. Daha sonra anlaşıldı ki, bilim kendisine tapanlara değil, terleyenlere hizmet ediyordu. Halkın adam edilmeye çalışıldığı yıllarda, gazete manşetleri, romanlar, hikayeler, tiyatrolar aynı amaca yönlendirildi. Türk aydını, Batılılaşma adına Batıdan uzaklaştığını bir türlü kavrayamadı. *** Velhasıl, "Münevver zümre!" halkını tenvir edemedi. Nihayet, şu çıplak gerçeği ağızlarından kaçırdılar: "Yobazlık, Şark'ın nefs müdafaasıdır!" "Ne ekersen, onu biçersin!" düsturu, bir kere daha hükmünü icra etti. Miras olarak geriye sadece bir dizi bayat paranoya kaldı; şimdi onlarla idare ediyoruz.