Amigos tıraşos! Kabak tadı verse de, tıraşa devam! Hafta başındaki küresel çalkantıdan sonra nükseden, cari açık muhabbetinden bahsediyorum. Son üç yıldır, "faiz oranlarının yüksek, YTL'nin aşırı değerli" tutulduğuna ilişkin klasik eleştirileri, bıkmadan usanmadan tekrarlıyoruz. "Faizi düşürelim, döviz sıçrasın, cari açık düşer!" diye formüle edilen ve buram buram kurnazlık kokan reçeteler de yazıyoruz. Her nedense, geçmişte tutsak olduğumuz "..kur artışı-enflasyon-kur artışı.." prangasını bir türlü hatırlamak istemiyoruz. *** Eğri oturalım, doğru konuşalım. Cari açıktan kurtulmayı mümkün kılacak sihirli çözümlerimiz var mı? Bendeniz, sihirli ya da sihirsiz, herhangi bir formüle tesadüf edemedim, ama bir kere daha soralım: - Cari açıktan kurtulmak adına, kısa vadeli sermaye hareketlerini kısıtlayabilir miyiz? -Hayır! - Üretimin ve ihracatın ithalata olan bağımlılığını, kısa dönemde ortadan kaldırabilir miyiz? -Hayır! -Kur rejimini değiştirebilir miyiz? -Hayır! -Gümrük Birliği'nden çıkabilir miyiz? -Hayır! Liste, uzatılabilir! Nasıl yapmalı? Ekonomiyi, "...büyüme-cari açık-büyüme..." diye tanımlanabilecek bir döngüden çıkarabilecek alternatifleri üretmek kolay değil. Cari açık, bizim gibi ülkelerin büyüme modelini ve büyümenin finansmanını özetleyen kritik bir gösterge. Dolayısıyla, cari açığı tartışmak, büyümenin sürdürülebilirliğini tartışmak anlamına geliyor. Cari açığın "artış hızı" yavaşlayabilir, "açığın finansmanı" daha da iyileşebilir, açığın finansmanında, "kısa vadeli sermaye hareketlerinin payı" azaltılabilir, fakat kriz çıkarmadıkça, açığı buharlaştırmak diye bir şey söz konusu olamaz. Büyümenin, ödemeler dengesi duvarına toslaması, geçmişte de sık sık karşılaştığımız bir durumdur. Türkiye ekonomisi, sadece krizli yıllarda cari açığı daraltabildi; hatta cari fazla da verdi. Bir başka deyişle, hastayı bitkisel hayata sokarak ateşini düşürme becerisi gösterdik. Mevcut modeli, uzun soluklu bir alternatif model ile takas etmedikçe, cari açıkla büyümeye devam edeceğiz. Büyüme, cari açık üretiyorsa, ülke, tasarruf açığı veriyor; demektir; yani başkalarının tasarrufları ile büyüyoruz demektir. Dolayısıyla, açığımızı finanse edenlerin kaprislerine katlanmak, finansal türbülanslara alışmak zorundayız. Peki, bu işin başka yolu yok mu? Çemberi kırmadan, asla... Daha önce de yazmıştık. Kalkınma iktisatçıları, "fakirliğin kısır döngüsü" diye bilinen bir çemberden söz ederler. Çember şöyledir: "...düşük tasarruf-düşük yatırım-düşük büyüme- düşük gelir- düşük tasarruf..." Bu çembere rağmen büyümek istediğimizde, "...büyüme-cari açık-büyüme..." döngüsü sırıtmaya başlıyor. Küreselleşme rüzgarını arkanıza almadan, uluslararası iş bölümündeki yerinizi değiştirmeden, böyle bir çemberi kıramazsınız. Küreselleşme, bizim gibi ülkeler için, bir "büyüme ve kalkınma stratejisi" değil; ama her türlü büyüme ve kalkınma stratejisinin küreselleşmeyi dikkate alması gerekiyor. Ne var ki, stratejiyi uygulayabilmek, siyaseten kabul edilebilir politikalara dönüştürebilmek, fevkalade zor. Problem, sadece "teknik" olsaydı, sipariş verirdik, istediğimiz yapıyı "anahtar teslimi" elde ederdik. Gerçekten, "yemek tarifi" verir gibi "büyüme ve kalkınma tarifi" verilemiyor. Böyle bir şey mümkün olabilseydi, dünyada kalkınmamış ülke kalmazdı. Öyle değil mi?