Politikacıların meydan ve salon konuşmalarında sık sık sarf ettikleri bir cümle var: Biz, bu ülkeyi sokakta bulmadık! Adama sorarlar: Çok sevdiğiniz ülkeniz için ne yaptınız? Geçenlerde yapısal reformların tartışıldığı bir toplantıda da bu sorunun cevabını alamadık. İsterseniz, ne yapıldığını, nasıl yapıldığını, bir kere daha özetleyelim: *** Diyelim ki, Galatasaray-Fenerbahçe derbisine gittiniz. Bir bakıyorsunuz ki, 'hakem' kaleye şut çekiyor ya da oyunun yarısında kuralları değiştiriyor; ikinci yarıda, 'sarı' ve 'kırmızı' kartlarını unuttuğunu söylüyor. Böyle bir oyunu alkışlamak, sizce garip değil mi? Garip, ama biz yıllarca alkışladık. (Yeri gelmişken, üç kuşak koyu Galatasaraylı bir aileye mensup olduğumuzu hatırlatalım!) Fizik kapitalin (üretenlerin) vermediği verimi, finans kapitale vererek, sadece içeride haksız bir transfer gerçekleştirmekle kalmayıp, dışarıya da kaynak aktardık. Şimdilerde eskinin hasretini çekiyoruz. Üretmeden bölüştüren bir ülkede, toplumun bir kesiminin "siyaset dışı" bir kesiminin de "piyasa dışı" olması son derece doğal. Bir ekonomide "Yazı da benim, tura da benim!" kurnazlığı egemen olursa, ne yapılabilir? Böyle bir oyunun, piyasa ekonomisi olarak yutturulması mümkün mü? İsteksiz ve kararsız reform çabaları, her seferinde kötü yapılmış ya da dibi tutmuş bir yemeğe dönüşüyor. Çok kötü bir yemeğin, çok iyi bir garnitürü ve sosu da olsa, yenecek duruma gelemiyor. Statükoya ya da mevcut güç dengesine yönelik her türlü makyaj sırıtıyor, dökülüyor, akıyor. Kurnazca tezgâhlanmış bir makyajlama operasyonu yapısal reform olarak nitelenebilir mi? Türkiye'de ekonomiye ilişkin yozlaşmış yapı ile organik bir bütünlük içinde bulunan kamu kesimi, sürekli olarak devredilen bir mirası çağrıştırıyor. Geçmişte hiçbir siyasi iktidar, bu mirası reddedememiş; daha doğrusu, bindiği dalı kesmemiş. Özel sektörün bir bölümü de, her zaman olduğu gibi, böyle bir yapılanmanın ve sistemin omurgası olmaya devam etmiş. Bir başka ifade ile, mahut 'özel kesim!' bir türlü özelleşememiş. Rant aktarma hedefine kilitlenen yozlaşmış yapı, aynı zamanda ülkede egemen olan "sermaye birikimi ve bölüşüm ilişkilerini" temsil ettiği için kolaylıkla değiştirilemiyor. Ne ekersen... Yaz, çiftçimiz için, 'hasat' yani ektiğini biçme mevsimi. "Ne ekerseniz, onu biçersiniz" düsturu, hemen her alanda geçerli. İstikrarsızlığın tohumlarını eken sistemler ve projeler istikrar biçemiyor. Arpa ekerek, buğday biçemiyorsunuz. Ne var ki, istikrarsızlık bir hayat tarzına dönüşürse, biçtiğiniz ürün, sizi hayal kırıklığına uğratmamalı. Bu açıdan bakıldığında, Ankara'nın manevra alanının daraldığını, politik ve ekonomik öncelikler arasındaki hiyerarşinin daha da belirgin hale geldiğini, kabullenilmesi çok güç seçeneklerin dayatıldığını görüyoruz. Çare var mı? Ekonomik reformların yapılabilmesi için 'olmazsa olmaz' temel bir şart var: Siyasi irade. Siyasi iradeyi ikame edebilecek bir başka araç, henüz bulunamadı. Haydi hayırlısı...