İki yıl önce bir özelleştirme toplantısına katıldık. Artık sakız olmuş, bayat bir konu etrafında, her zamanki verimsiz ve kısır tartışmalarla birinci oturumu tamamladık. Bir hayli gerildik ve sıkıldık. Öğle yemeği için ara verildi. Kendisine oturum başkanlığı görevi verilen bir KİT eski genel müdürü (halen özel sektörde üst düzey sorumluluk üstlenen bir yönetici), "Efendim, bugünkü toplantımızın en 'somut bölümü' olan yemek faslına gelmiş bulunuyoruz" dedi. Arkasından kahkahalar patladı. Birkaç bürokrat, geleneksel ketumiyet ve ciddiyetlerini koruyarak buruk bir tebessümle yetindiler. Niye gülmedikleri sorulduğunda, bir başkası onlar adına cevap verdi: "Onlar mesai saatleri içinde gülmez. Eve gidince gülerler" derken ikinci bir kahkaha fırtınası yaşandı. İtiraf edeyim ki, toplantının en "somut" bölümü gerçekten "yemek" idi. Böylesine isabetli teşhislerin meydana getirdiği gevşeme sürerken, masamız daha da yeşillenmeye, somutlaşmaya başladı. Çorbalar içilirken, herkes özelleştirme çabalarının doğurduğu hayal kırıklıklarını birbiriyle paylaşıyor gibiydi. Yaklaşık olarak yirmi senedir özelleştirmeyi tartışıyoruz. Bu sürenin çok büyük bir bölümü özelleştirme "yapılsın mı?" "yapılmasın mı?" sorusunun cevabını aramakla geçmiş. Geçenlerde, bir öğretim üyesi arkadaşım, "Özelleştirme konusunda yüksek lisans ve doktora tezi yazmayı şimdilik yasakladım!" diyordu. Bıkmakta haklıydı herhalde. "Devrim" özelleşti... Aslında biraz daha geriye de gidebiliriz. Demokrat Parti'nin 22 Mayıs 1950'de TBMM'de okunan Hükümet Programı'nda, "İktisadi sahada devlet sektörünü mümkün olduğu kadar daraltmak, hususi teşebbüs sahasını mümkün olduğu kadar genişletmek..." öngörülüyordu. Ayrıca, bazı "...Devlet işletmelerinin bir plan dahilinde ve elverişli şartlarla peyderpey hususi teşebbüse devredileceği ..." vurgulanıyordu. Olmadı, olamadı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, "Devrim" otomobilini yaptık. Baktık ki olmuyor, vazgeçtik. Bizim özelleştirme maceramızın en başarılı örneği, "Devrim" otomobillerinin üretilmesinden vazgeçilmesi olarak tarihe geçmiştir. Üretimden çekilmek de, özelleştirme kapsamında değerlendirilebilir. Ciddiyet Peki, nasıl özelleştirmeli? Özelleştirilmesine karar verilen işletmeler, on beş senelik bir rehabilitasyon sürecinden sonra "demokratik" yöntemlerle "kamu yararı" gözetilerek satılmalıdır. İhtilaf vukuunda, (her türlü sorgulama, yargılama ve infaz için) Türk medyası yetkilidir. Sağlıklı bir özelleştirme, böyle bir hukuki çerçeveyi gerektirmektedir. Medyanın "sorti"leme hakkı mahfuzdur. Bugünlerde herkes Sakallı Celal'in ünlü cümlesine atıfta bulunuyor. Biraz değiştirmek kaydıyla biz de öyle yapalım: Devletçilik ilân ettik, olmadı. Özelleştirme ilân ettik, olmadı. Gelin, "Ciddiyet ilân edelim, belki tutar!"