Fellini'nin "La Dolce Vita" filminde, Marcello Mastroianni' nin sadık yardımcısı foto muhabirinin ismi Paparazzo'ydu. Paparazzo, hızlı ve iş bitirici olduğu için ünlüleri izleyen magazin gazetecileri, "paparazzi" diye anılıyormuş. Vızıldayan bazı haşerelere de "paparazzo" denirmiş. Bir rivayete göre, "paparazzo" inatçı bir sivrisinek türü imiş. "Yuh!" Efendim, Ankara kaynaklı dedikodular çok ünlüdür. Vaktiyle "Paparazzo" diye takıldığım bir ekonomi muhabirinden dinlediğim ilginç bir anekdotu sizlerle paylaşmak isterim. Kasım 2000 krizinden sonra, bürokratlarımız Türkiye ekonomisini anlatmak için yurt dışına giderler. Toplantı, basına kapalı, fakat medyaya sızdırılan cinsten bir etkinliktir. Öncelikle ekonominin kamu maliyesine (vergi, harcama ve borçlanma) ilişkin göstergeler özetlenir. Vaziyet pek parlak değildir. Daha sonra, soru, cevap ve yorum faslına geçilir. Bir yabancı yatırım bankasını temsilen toplantıya katılan bir yetkili, bazı göstergelerin gerçekleri yansıtmadığını ileri sürer. Anlatılanların kendisini tatmin etmediğini vurgular; konuşmasını bitirmeden önce, yüksek sesle iki kere "Yuh!" deyiverir. Kısa bir şaşkınlıktan sonra kahkahalar patlar. Bu sefer, yabancı uzman, şaşkın ve tedirgin bir yüz ifadesiyle ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Skandalın perde arkası... Paparazzo'nun bize aktardığı kadarıyla, skandalın arka planı şöyledir: Söz konusu yatırım bankasının baş ekonomisti, Eylül 2000'de Türkiye ekonomisi ile ilgili bir rapor hazırlar. Rapor, bankanın tepe yönetimi tarafından beğenilmez. Uzman, bir kere daha Ankara'ya gönderilir. İkinci gelişinde bazı kritik randevular alınır. "İçeriden bilgilenme" dediğimiz yöntemle, bir hayli tenevvür eder. Resmi verilerle, fiili durum arasındaki uçurum ürkütücüdür. Uzmanımız, deyim yerindeyse "kayıt dışı kamu açıkları" ve "kayıt dışı borçlanma" ile tanışır. Kamu maliyesine ve bankacılık sektörümüze ilişkin bazı kara kutulara da nüfuz eder. Görev zararları ve çeşitli operasyonlarla bütçe açıklarının nasıl gizlendiğini sağlam kaynaklardan öğrenir. Bankaların aldığı riskleri, borçlanma göstergelerinin nasıl bozulduğunu dehşetle izler. Uzman, finansal piyasalarda enformasyon kirlenmesinin ne denli yoğun olduğunun bilincindedir. Ne var ki, bu kadar kesif bir dezenformasyonu, sineye çekebilmek mümkün değildir. Ankara'da görüşmelerini sürdürürken bir gün hayal kırıklığı zirveye çıkar; hayret ve kuşku ifade eden İngilizce bazı argo deyimler kullanır. Muhatabı olan muzip bürokrat, "Biz böyle durumlarda'Yuh!' diye tepki veririz" der. Yabancı uzman, tarzanca denilebilecek düzeyde Türkçe bilmektedir, birkaç tekrardan sonra bu sözcüğü de ezberler. Saatli bomba kurulmuştur. Bir süre sonra, yazımızın başında değindiğimiz toplantıda skandal patlar. "Yuh!" diyerek verilen tepkiyi hoş göremeyiz, ama böyle bir reaksiyonun, "Bu kadar da olmaz, yahu!" diye tercüme edilebilecek bir hayal kırıklığını yansıttığı son derece açıktır. Peki, daha sonra neler olur? Baş ekonomist, New York'a döner, raporunu yazar. Rapora, "Alaturka Ahbab Çavuş Kapitalizmi" (Crony Capitalism-A la Turca) başlığı altında bir bölüm ekler. Bankanın CEO' su yeni bölümü, "duygusal, gayri ciddi ve kışkırtıcı" bulur. Bizimki, istifa etmek zorunda kalır. Bankalar birbiri ardına batmaya başlayınca, "Ben demiştim zaten!" gibisinden bir böbürlenme ile teselli bulmaya çalışır. Bir uluslararası kredi derecelendirme kuruluşunda işbaşı yapar. *** Efendim, "saydamlık" ve "hesap verme sorumluluğu" şart! *** "Yuh!" dedirtmemek için...