Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) tartışılırken, "müzmin ve sahte" bir ikilemi hatırladım. Yıllarca, "Plan mı, pilav mı?" diye tartışanlar, boşuna nefes tükettiler. Plan da lazım, pilav da. Pilavın, planlı olmasının ne mahzuru var? "Plan mı, pilav mı?" diye saçmalamak yerine, "Nasıl bir plan, nasıl bir pilav?" diye kafa yorsak, daha iyi olmaz mı? Pilavcılık ya da "hababam ekonomisi" bizim kurnazlığımızdan kaynaklanmıyor mu? Pilavcıların bu ülkeye verebileceği bir şey var mı? Yüksek kronik enflasyon başta olmak üzere, borç batağı ve sosyal güvenlik açıkları, pilavcıların eseri değil mi? Politik ve ekonomik istikrarsızlığı bir hayat tarzına dönüştürenlerin tamamı, pilavcıdır. Unutmayalım ki, plancı postuna bürünen pilavcılar da var. Plan kavramının kredibilitesini sarsanlar bunlardır. ****** Eğri oturalım, doğru konuşalım. Plan kavramı, insanımıza pek sempatik görünmez. Plan, toplumu tepeden değiştirmeye niyetlenen "jakoben" azınlığın alet çantasından çıkmış bir "ucube" olarak algılanır. Bir kısım insanımıza göre, iktisat tarihimize planlı dönem diye geçen zaman dilimi, 27 Mayıs 1960 darbesinin ürünüdür. Dolayısıyla, "Bize plan değil, pilav lâzım!" sloganı ile vaziyeti idare edebiliriz! Elbette, plan yapmak başkadır; uygulamak bambaşkadır. Kalkınma planlarının "Con Ahmet'in Devr-i Daim Makinesi" gibi çalışmasını özleyen ütopyacılar, pilavcıların ekmeğine yağ sürerler. Plan, bir proje koleksiyonuna ya da proje çöplüğüne dönüşmemeli. Plan, çok su götüren bir ayranı çağrıştırırsa, pilavcılar haklı çıkmış gibi olurlar ve şımarırlar. Vazgeçemeyiz! Planı, "piyasa düşmanı" ya da "piyasaya rakip" bir enstrüman zannetmek, doğru değildir. Bir piyasa ekonomisinde, plan, kamu kesimi için "emredici", özel kesim için "yol göstericidir." Planı çeşitli açılardan eleştirebiliriz, revize edebiliriz, ama plandan vazgeçemeyiz. Planlar, kaynak dağılımında etkinlik, gelir dağılımında adalet, ekonomik istikrar, ekonomik büyüme ve kalkınma diye sıralanan amaçların tümüne ulaşamayabilir. Kısa ve orta dönemde bu amaçların arasında bir takım çatışmaların ortaya çıkması, fevkalade normaldir. Ülke gerçeklerinin tamamını, planın denklemlerine indirgemek mümkün olmayabilir. Ne var ki, kalkınma planlarının vazgeçilemez öncelikleri olmalıdır. Nasıl bir plan? Çağdaş planlar, "devlet mi-piyasa mı" ekseninden "nasıl bir piyasa-nasıl bir devlet" eksenine sıçramış durumda. Plan, her şeyden önce, dünya nereye gidiyor, biz neredeyiz, nereye gidebiliriz gibi kaygılara cevap bulmak zorunda. Siyasi irade, geçmişte plan yapmadı, yapamadı, yapılanları uygulayamadı. Sebebi çok açık: *Fiyat istikrarı ile hiç tanışmayan, 35 sene yüksek enflasyonla yaşayan bir ekonomide, neyi, nasıl planlayabilirsiniz? *IMF ile 19 tane Stand-by düzenlemesi imzalamış bir ülkenin, kalkınma planı yapması ve uygulaması ne kadar gerçekçidir? *Küreselleşme rüzgarını ve ülkenin AB perspektifini hesaba katmayan bir plan, araçlarını ve hedeflerini belirleyebilir mi? *** Dokuzuncu Kalkınma Planı'nın omurgasını, yukarıdaki ve benzeri sorulara verilen cevaplar oluşturuyor. Emeği geçenleri kutluyoruz.