Arz, talep, fiyat, piyasa... Nedir bunlar? Bunlar, alet çantamızdan eksik etmediğimiz, vazgeçemediğimiz kritik kavramlardır. İktisat bilimiyle yeni tanışanlara anlatılır: -Bir papağana, "Arzına ve talebine bağlıdır!" diye basit bir cümle ezberletirseniz, mükemmel bir iktisatçı elde edersiniz. Şöyle de düşünebilirsiniz: -Sorulan her şeye, "Arzına ve talebine bağlıdır!" tarzında cevap yetiştirenler, iktisatçı değil; papağandır! Her neyse... *** Arz ile talebin karşılaştığı ortamı, "piyasa" diye tanımlıyoruz. Piyasanın, Fatih'teki Çarşamba Pazarı gibi, fiziki bir mekan olması şart değil elbette. Arz ile talep, küresel ölçekte ve elektronik ortamda da karşı karşıya kalabiliyor. Bu takdirde, mal, hizmet, para ve sermaye piyasalarının küreselleştiğini söyleyebiliyoruz. Herhangi bir ekonomik problem göz kırptığında, "piyasa çözümü" bizi tatmin etmeyebilir. Ne var ki, piyasaya müdahale ederek sonuçları etkilemek, hiç de kolay olmayabilir. Piyasayı, pasif uyum sağlayan bir değişken olarak algılamak, istenildiği gibi eğip bükmeye kalkmak, zaman zaman çok büyük bedeller ödetebilir. Kısa vadeli spekülatif sermaye hareketlerinin, yani sıcak paranın doğurduğu finansal çalkantıları ortadan kaldırmaya yönelik, bir dizi önlem, sık sık gündeme geliyor. Sıcak paranın ateşini düşürmek adına tasarlanan ulusal girişimler, bugüne kadar başarılı olamadı. Dolayısıyla, sıcak para ile iyi geçinmenin yolları aranmaya başlandı. Unutmayalım ki, küresel sermayenin sağladığı refaha "evet", vurduğu silleye "hayır" demek, tam bir aymazlıktır. Katırın cilvesi! Bir süre önce, Tayland, dizginleri eline almaya kalktı. Tarih, tekerrür etti; karizmayı çizdirerek geri çekildi. Ne diyelim? Katıra, cilve yap, demişler; çifte atmış! Tayland, bu konuda ilk skandal değil elbette. Türkiye'nin yaşadığı, Nisan 1994, Kasım 2000, Şubat 2001 krizleri, sıcak para çıkışı ile tetiklenen krizlere örnek gösteriliyor. 1997 Güney Doğu Asya Krizi, 1998 Rusya Krizi, LTCM (Long Term Capital Management ) diye bilinen ünlü fonun çöküşü, küresel likiditede ortaya çıkan savrulmalara fatura edildi. Piyasa ekonomilerinde oluşan "spekülatif balonlar" patlayabiliyor. Spekülatif balon, şişme ve inme aşamalarında, bir dizi "makroekonomik ve finansal" türbülansa yol açabiliyor. Balonun tohumlarının ekilmesine, olgunlaşmasına ve dayanıklılığına ilişkin sağlam tahminler, portföy yöneticilerinin ilgi alanını oluşturuyor. Kısa vadeli sermaye hareketleri, bir yandan global alanda arbitraj kazancı kovalarken, diğer taraftan, özellikle gelişmekte olan ülkelerin ödemeler dengesi problemlerine, yeni belirsizlikler ekleyebiliyor. Kasvetin fiskesi... 1997 sonrası, IMF ve Dünya Bankası, söz konusu belirsizlikleri aydınlatmak amacıyla yeni bir "Uluslararası Finansal Mimari" arayışına girdi. Portföy yöneten, ülke riski analizi yapan kuruluşlar, derecelendirme (rating) kuruluşları, farklı bakış açıları geliştirmek zorunda kaldı. Risk, vade, getiri, likidite kavramları, yeni boyutlar kazandı. Bankacılık ve finans kesiminin gözetim ve denetimine ilişkin, bir dizi yeni ulusal ve uluslararası düzenleme yapıldı. Finansal dalgalanmaların ve krizlerin "bulaşıcı" olması sebebiyle, daha önce denenmemiş risk azaltıcı tekniklerin (hedging) geliştirilmesine hız verildi. Bütün bu gelişmelere rağmen, şaşkınlık ve belirsizlik, akademik, politik ve uluslararası düzeyde egemenliğini sürdürüyor. *** Aslında böyle olması, bir bakıma, son derece normal. Böyle olmasa, spekülasyon denilen faaliyet, bu kadar boy atabilir miydi? Özetle: Katır büyüdü, semer küçüldü!